11 Eylül 2001'deki Usame bin Ladin vakası Amerikalılardan sonra en çok Avrupa Birliği'ni, özellikle Birliğin bazı üyelerini telaşlandırdı. Bu biraz da "Suçluların telaşını" andırıyordu. Kimileri kendilerine sığınan terörü "Siyasi Mülteci" yorumu altında adeta himaye eder duruma girmişlerdi. Kendilerine zarar vermeyecek böylesi olayları hoşgörü ile karşılayanlar vardı. Bunlar 1789 Fransız İhtilali'nin âli prensipleri çerçevesinde hareket ettiklerini sanıyorlardı. Şimdi artık bu parıltılı etiket düşmüş, altından terör görünmüştü. Herkes kendi güvenliğine bir başka açıdan bakar oldu. En çok telaşlanan da Belçika oldu. AB'nin muazzam bürokrasi ordusunu barındıran çelikten, kristalden yapılmış gökdelenlerle güvenlik tedbirleri kırmızı alarma geçirildi. Robert Shumann mahallesi ve civarından kuş uçurtulmuyor. Zira Belçika AB'nin hükümet merkezi olmak sevdasında!. *** İngiltere AB'yi, Euro'yu unuttu. Zaten kendisini AB'den çok ABD'ye yakın gören bir tutumu vardı. Tony Blair hemen atladı Washington'a gitti. Arkasından Fransız Cumhurbaşkanı Chirac, Bush'un yanında kameralara poz verdi. Önümüzdeki Mayıs ayında Başkanlık seçimleri vardı. Kendisi ile beraber Başbakan Jospin de aynı makama adaydı. O da tuttu Moskova'ya gitti. Putin ile görüş alışverişinde bulundu. Hasılı Batı cephesinde büyük bir hareketlilik göze çarpar oldu. Ama Amerika'nın yanında ilk ve açık vaziyet alabilen sadece İngiltere, henüz AB'ye aday olarak bile kabulünde nazlanılan bir Türkiye oldu. ABD'nin NATO içinde ve ikili alanda müttefiki idi. Üstelik terörün en insafsızına maruz kalmış ve bu konuda deneyim sahibi olmuştu. Yardımcı olabilirdi. Türkiye'yi yönetenler bunu açıkça söylediler. Ancak olayların telaşı içinde her zaman sağlıklı kararlar alınması mümkün olmayabilirdi. Nitekim, medyadan öğrendiğimiz kadarı ile ABD Başkan Yardımcısı Cheney ilk darbenin telaşı içinde ilk tedbir olarak kongrenin tüm üyelerini helikopterlere bindirip saatlerce gökyüzünde dolaştırmıştı. Bu bir şaşkınlık mı yoksa bir tedbir mi idi? Pek anlaşılamadı. Nihayet iki hafta sonra ABD ve İngiltere hava harekatına başladılar. Suçlu sayılan Usame ve onu saklayan, koruyan Afganistan'daki Taliban yönetimine karşı muazzam bir hava harekatına giriştiler. Afganistan'daki muhalif güçlerin oluşturduğu "Kuzey İttifakı" da kara harekatına başladı. Türkiye ve özellikle kamuoyu Afganistan'a karşı bir kara harekatının başından beri aleyhinde olduğunu sanırım yeteri kadar açıklıkla söyledi. Bundan sonrasını bilemiyoruz. İkinci Dünya Savaşı süresince İsmet Paşa'nın müttefikler ile ilişkileri yönetmekte gösterdiği dirayet, basiret ve beceriyi şimdiki yöneticilerden beklesek çok mu olur? Bilemiyorum ama bekliyoruz işte. MGK toplandı. Uzun bir durum muhakemesi yapıldı. Böylesi bir durum muhakemesi eminim, AB ülkelerinde de yapılıyordur. Bununla beraberi şimdi AB ülkeleri bu durum muhakemesini ve hele vicdan muhasebesini yapabilecek durumda mıdırlar? Pek zannetmiyorum. Ama kursaklarındaki pek çok gizli kalanın farkında olduklarından hiç kuşkum yok.. Birileri çıkmış, üşenmemişler, oturup bir araştırma yapmışlar. AB ülkelerinin en çok neyi istedikleri, hiç istemedikleri, diğer üyeler hakkında neler düşündükleri ve nihayet başkalarının onlar hakkında neler düşündüklerini araştırıp bir belgede toplamışlar. 15 üye ülkeyi birleştiren tek unsur Hıristiyanlıktır. Diğer konuların hepsi çelişkili, çatışmalıdır. Bu çatışmayı sözüm ona bir "Uygarlıklar Çatışması" şeklinde takdim ederek gizlemek, kamufle etmek arzusu hepsinde görülüyor. 15 ülkenin ayrı ayrı istedikleri, ortakları hakkında neler düşündüğünü, ortakların birbirleri hakkında neler söylediğini anlatmak bu yazının çerçevesini aşar. Ama en büyük üç üye Fransa, İngiltere, Almanya ile bir de Belçika'nın durumunu özetleyebilirsek sanırım yeterli bir fikir edinmek mümkün olabilecektir. *** 1- Fransa: ABD'nin üstünlüğüne tahammül edemiyor. Kendisi tarafından yönetilecek süper bir Avrupa Devleti istiyor. Almanya'nın muhtemel bir üstünlüğünden korkuyor. "AB'yi biz icad ettik, en iyi biz yönetiriz!.." diyor. Diğer üyelerin Fransa hakkında düşündükleri de şöyle özetleniyor: "Küstah Fransızlar, bir türlü akıllanamadılar.." 2- İngiltere: Bir süper Avrupa devleti içinde sıkışıp kalmaktan korkuyor. AB'nin muazzam bir serbest mübadele bölgesi olmasını istiyor. Ama ilave ediyor: "Biz AB içinde kurallara riayet eden tek ülkeyiz.." Diğer üyeler ise İngiltere'yi Amerika'nın uydusu, hatta uşağı olmakla suçluyor. 3- Almanya: Kendi modelinde bir Federal Avrupa kurulmasını istiyor. Kendi ideallerini bu yoldan gerçekleştirebileceğini düşünüyor: "AB'nin en büyük mali ve iktisadi yükünü biz kaldırıyoruz. Dolayısı ile daha çok ağırlığımız olmalı!" diye düşünüyor. Korkusu Alman halkının Euro'ya ve genişlemeye karşı çıkması.. Diğer üyeler ise güçlendikçe Almanya'nın ne yapacağı belli olmaz diyorlar ve her zamanki gibi ondan korkuyorlar.. 4- Belçika: AB'nin sürekli merkezi olmayı tasarlayan bu ülke bir süper devletin merkezi olmak istiyor, ama en çok da bölünmekten korkuyor.. Ya Valonlar Fransa'ya, Flamanlar da Hollanda'ya kayarsa diye endişe ediyor. Başkları ise bu ülkeyi "Çıkarcı Fanatikler.." diye tanımlıyor... *** İşte bunca yıldır, horlana hırlana girmeye çalıştığımız Avrupa Birliği'nin 11 Eylül terörü sonrasında ve gölgesinde özet bir tanımlamasını sunmaya gayret ettik. Bu yolda Anayasamıza varıncaya kadar kanunlarımızı değiştirdik, bir Ulusal Plan çıkarıp önlerine koyduk. Ajans haberlerine göre komisyonun ücretli memurları yine de beğenmemiş.. Bu yönde olumsuz bir rapor hazırlayası imişler. Mesut Yılmaz gibi düşünüyorum. Eğer gerçek bu ise bu rapor mutlaka Usame bin Ladin olayının şaşkınlığı altında yazılmış olmalıdır. Türkiye bu saçmalıklara aldırmadan bildiği yola devam etmelidir düşüncesinde birleşiyoruz.