Gerçek sonuçları ziyaretin sonundaki resmi açıklamalardan sonra değerlendirmek mümkün olacaktır. Ancak şimdiden söylenebilecek olan bu ziyaretin tam zamanında yapılmış olmasıdır. Daha gecikmesi halinde belki her iki taraf için de çok geç olabilirdi. Putin'in geçen yıl sonlarında Türkiye'ye yapmış olduğu resmi ziyaret, karışık bir döneme rastladı. ABD seçimleri vardı. Irak özellikle kuzey bölgesi olayları ve nihayet bizde 17 Aralık zirvesinin öncesinde kafamızın gereğinden fazla karışık olması yüzünden olacak bu ziyaretten beklenebilecek olumlu sonuçlar kamuoyunda fazla bir yankı bulamamıştı. Ben şahsen üzülmüştüm. Zira Rusya Federasyonu bizim en büyük, en güçlü komşumuzdur. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra da ne dünya ne de Türkiye bakımından bu özelliğini kaybetmiş değildir. Tam tersine artmıştır. Başbakan Erdoğan'ın çok kalabalık bir heyetle yaptığı bu ziyaretin çok başarılı geçmiş olduğu gelen medya haberlerinden anlaşılıyor. Bu haberlerden taşan, hediye behiye faslından magazin haberleri türünden olanları bir tarafa bırakıyorum. Ama 350 kişilik heyet arasında Rusya Türkiye ekonomik ilişkilerinin canlandırılmasında birinci sırada payı olan muteber bir müessese veya yöneticinin yer almamış olmasına kendileri ile hiçbir ilişkim olmamasına rağmen üzüldüm. Üzüldüm, zira Sayın Ali Coşkun'un TOBB Başkanlığı sırasında kurulduğu günden beri DEİK'in dört onur üyesinden biri olmakla onur duyar onurlarım. Sadece bir unutkanlık idi ise ilgililer uyarılabilmeli idi. *** Türkiye ile Rusya arasında iyi komşuluk ilişkileri Mustafa Kemal Atatürk ile Lenin döneminde başlamış ekonomik alanında da bir iş birliğine dönüşmüştü. Bu iyi ilişkiler İkinci Dünya Savaşı'na ve tarihlerde aramızdaki 1925 Paris tarihli "dostuk ve ademi tecavüz" Anlaşmasının Ruslar tarafından tek taraflı olarak fesih edilmesine kadar devam etmişti. Ondan sonra doğu sınırlarımızda toprak talepleri ortaya çıktı. Aramız iyice soğudu. Türkiye'nin savaşın hemen öncesinde İngiliz ve Fransızlarla birer ittifak anlaşması yapmasındaki acelesi bu yüzdendi. Stalin ile Hitler daha savaş öncelerinde Polonya'nın paylaşımı üzerinde anlaşmışlardı. İsmet İnönü'nün savaşa girmemekteki ısrarı biraz da bundan kaynaklanıyordu. Savaşın sonu ne olursa olsun Sovyetler'in baskısı altında kalacağımızı biliyordu. Bu baskıya yorgun bir ordu ile karşı çıkmanın zorluklarının da bilinci içinde idi. Nitekim öyle oldu. Postdam konferansı, NATO'ya girişimiz ve Stalin'in ölümünden sonra Sovyet politikası bize yeniden barışçı yollardan yaklaşmaya başladı. 1964'de Sovyet lideri Podgorni Türkiye'ye geldi. "Yanlış bir politika izledik... İsterseniz size sınırdan toprak vermeye bile hazırız!" dedi. İsmet Paşa: "Ne bizden size, ne sizden bize bir karış toprak olmaz!" dedi kesti attı. Ruslarla ekonomik ilişkiler 1960'ların sonunda açılabildi, daha sonraları giderek gelişti bugünkü iş birliğine ulaştı!.. Şimdilerde istikamet nereye? Bilemiyoruz. Başbakanın aynı heyetle Asya ülkelerini ziyaret edeceği söyleniyor. Oralada durum bir başkadır. Bize kalırsa bir buçuk milyara yakın nüfusu ile Çin hem siyasi hem ekonomik alanda asırlardır içine kapandığı çemberi kırıp etrafa taşacaktır. *** Bütün bunlar olup biterken Avrupa Birliği'ne katılım akımının da kendi mecrasından taşmakta olduğunu gözlerden uzak tutmamak zorundayız... AB tutkusu, ekonomik olmaktan çıkarak siyasal, sosyal bünyemizin hemen bütün hücrelerine kadar sinmiş bir bilinmedik toplumsal virüs haline gelmiştir. Bakıyorum da hemen her özel kurum veya kuruluş kendi açısından AB ile yapılacak muhtemel müzakereler için kendilerince heyet başkanı ve üyelerini seçerek hükümeti etkileme çabasına girmiş gibidir. Konu ile ilgili bütün sivil toplum kuruluş veya gruplarının etkisinin yararlı olduğunu bilirim ve kabul ederim. Ama bunu yaparken de bu müzakerelerin her şeyden önce bir "Devlet işi" olduğuna inanırım. Bunun tersi, ülkemizin ve devletin çıkarlarının zararına olur. Uluslararası müzakerelerde her şeyden önce müzakere masasına oturacakların önce sayısı, sonra etki hiyerarşisi dikkat nazarına alınır. Karşılıklı heyetlerin gerektiğinde danışacakları kurum, kuruluş ve kimselerin sayısını ve kimliklerini ise asıl müzakere heyeti ve dolaylı olarak hükümetleri bilir.