Komşu Irak'ta, Bağdat'ta sahneye konulmak üzere olan bir tuhaf savaş senaryoları üzerinde Mehter adımı gibi iki ileri bir geri, ne yapacağımızı düşünerek gezinirken sanki biz bu filmi daha önceleri görmüşüz gibi geldi. Eski Yugoslavya'nın halini düşündüm. Oralarda Büyükelçilik yapmıştım, yöreyi ve insanlarını tanırdım. Bağdat derken Belgrad'ı düşünmek acaba bu sadece nostaljik bir çağrışım olabilir miydi? Pek sanmıyorum. O günlerde Yugoslavya, Balkan dağlarının Efsane eşkıyası Mareşal Josip Broz Tito'nun başkanlığında 6 federe devlet ve bir özerk bölgeden oluşan bir fedarasyondu. Kökenleri, dilleri, dinleri ayrı, 6 ülkeyi "gül gibi yönetmeyi Osmanlılardan öğrendiğini" içtenlikle bizzat kendisi söylerdi. Sovyetlerin dağılmasından sonra Yugoslavya da sarsılan arabadan yere düşen iri bir karpuz gibi parçalara bölündü. Bunlardan en büyük ve güçlü olanı Sırbistan idi. Vaktiyle kendisine bağlı bir Özerk Bölge statüsünde olan Kosova'yı kandıramadı ama Karadağ'ı kendisine bağlayarak "Yugoslavya Federasyonu" tanımlaması ile ortaya çıkıverdi. Bölgede etnik bir temizleme ve Genocide hareketine girişti. Kosova'da, Bosna'da bunun vahşi örneklerini bir süre hep birlikte acı ile izledik. Sonra Türkiye dahil NATO ülkeleri harekete geçti. Çeşitli çözüm yolları denendi. "Balkanların kasabı" tanımlamasını kazanan Yugoslavya Federasyonu Başkanı Slobodan Miloşoviç'in görevinden bir hal ile uzaklaştırılması farz oldu, özellikle ABD tarafından tek çare olarak görünen bu çözüm, dönemin Amerikan şahinlerinin başı Madeleine Allbright adındaki Dışişleri Bakanı bir kadın politikacının tezgahladığı bir plan idi. "Miloşeviç devrilmeden Balkanlara barış gelmez!." diyordu. Bölgeyi çok iyi tanıyor. Slav dillerinin hemen hepsini çok iyi biliyordu. Aslında o yörelerin insanı idi. Babası ABD'de diplomatik görevde iken hem görevinden hem ülkesinden kopmuştu. Küçük Madeleine Allbright da önce ABD vatandaşı sonra da Dışişleri Bakanı oluvermişti. Miloşeviç'i düşürmeden bölgede huzur ve güvenin yerleşemeyeceğine içtenlikle inanmıştı. Uzmanlar ABD ve NATO uçaklarının birkaç gün sürecek bombardımanlarının buna fazlası ile yeterli olacağını düşünüyorlardı. Belgrat üzerine bir hafta değil tam bir buçuk aydan fazla binlecre ton bomba atıldı. Adam askeri hedeflerini iyi gizlemişti. Halk üzerine düşen her bomba Sırp diktatör Miloşeviç'i biraz daha kahraman hale getiriyordu. Nihayet Yugoslavya'da demokratik genel seçimler yapıldı. Miloşeviç seçim sonuçları üzerinde tahrifat yaparak sonucu kendi lehine çevirmek istedi. Halk bombalara dayandı ama yolsuzluğa dayanamadı ayaklandı. Eski diktatör mahkemelere düştü. Bombaların yapamadığını halkın yolsuzluklara karşı ayaklanması sağlamış oldu!. Yani havadan fırlatılan onbinlerce bombanın yapamadığını kamuoyunun sağduyusu yaptı!. Halkın yolsuzluğa karşı ayaklanması başarmış oldu. Şimdiki hali ile Irak ve Bağdat vakasında böyle bir durum görünmüyor!. Çok kısa bir süre önce yapılan bir halk oylamasında Saddam oyların %100'ünü kazandı. Bunun inandırıcılığını tartışacaklar elbette çıkacaktır. Ama, halkın Saddam'a karşı ayaklanabilmesi, sürgündeki muhalif grupların gayreti ve ABD servislerinin destekleri ile pek gerçekleşecek gibi görünmüyor. Geçen hafta Türk Diplomasisinin gayret ve becerisi ile gerçekleştirilen "İstanbul Buluşması" bölgenin 6 ülkesini Dışişleri Bakanları düzeyinde gerçekleştirdi. Genç diplomatlarımızı gönül dolusu kutlarım. Bir diplomatın nasıl ve ne fedakarlıklarla yetişebildiğini acaba AKP iktidarı biliyor mu dersiniz? Orta Doğu ülkelerinin İstanbul buluşması bu diplomatların eseridir. Hepsi akıllı arılar gibi çalıştılar. Yaptıkları balı, -haydi basiretsizlik demeyelim de- deneyimsizlik yüzünden Alman Joshka Fisher'e yedirdik!. Bunda bile bir hayır vardır!. AB ile ABD arasında ne kadar sağlam bir köprü olabileceğimiz anlaşıldı. Başbakanı, AKP Genel Başkanını birkaç gündür yabancı TV'lerden canlı olarak yapılan Davos yayımlarından izliyorum. İnanınız Irak olsun, AB olsun, Kıbrıs ve AB konusu olsun bütün konuşmalar, sorulara verdikleri cevaplar Davos prizmasından çok daha renkli ama hayli nüanslı görünüyor. Siirt seçimlerinin sonunda hem iç hem dış politikamızdaki muhtemel gelişmeleri merak ve biraz da endişe ile bekliyoruz. İnşallah herşey beklediğimizden de iyi gider!.