Beşar Esad'ın Türkiye ziyareti!..

A -
A +

Suriye dünya savaşından bu yana bizim dip komşumuzdur. Çoğu yerde Haydarpaşa'dan Bağdat'a giden demir yolunun güzergahını takip ederek 800 km'den bile fazlaya kadar düpedüz uyazıp gider. Sınırın doğal bir ayırımı yoktur. Birinci Dünya Savaşının sonunda topraklar, üzerinde yaşayan insanlarla beraber ikiye ayrılmış gibidir. Osmanlı'dan yırtılarak koparılan bu topraklar uzun süre Fransız Mandası yönetiminde kaldı. Sonra şimdiki başkanın Babası Hafız geldi. Halkın büyük çoğunuluğu Sünni, kendisi ve ailesi ise Şii idi. Yıllar yılı ülkeyi kendine göre ustaca yönetti. Tilki gibi bir kurnazlıkla politikasını düne kadar ekmeğini yediği Türkiye'ye karşı bir çizgide tutmaya çalıştı. Kâh Hatay irredentasını kışkırttı, kâh Fırat'ın sularına sahip çıkmaya, o da yetmeyince kâh eşkıyaya teröriste kol kucak açtı. Sınır düzdü. Kasaplık hayvanlar bizden sürülerle güneye akar gider Suriye'de pazarlanırdı. Doğal olmayan sınır sun'i olarak mayınlarla ayrılmak istendi idi. Hafız öldü. "Üzkürü mevta kim bilhayr" Biz ölenleri hep hayırla yad etmesini bilen bir neslin ahfadıyız. Cenazesine Devlet Başkanımızı gönderdik. Hafız'ın yerine oğlu Beşar geçti. Tahsilini Avrupa'da yapmış bir hekimdi. Babasınınki yerine akılın istikametinde bir politika izlemek istedi. Geçen yıl yardımcısı Haddam'ı Ankara'ya gönderdi. Tanıdığımız akıllı bir adamdı. Kendisi hemen bize gelecekti nedense biraz gecikti. Şimdi geldi. Hoş geldi sefa geldi dedik. Geç olsun da güç olmasın derler. Bu, özellikle Suriyeli komşularımız için söylenecek bir sözdü. Zira ABD bütün heybeti ve haşmeti ile gelmiş, Irak'a yerleşmişti. Bundan sonra sıra Suriye ve İran'dadır diye açıkça ilan etmekten de kaçınmıyordu. Korku dağları bekler, Suriye'nin genç başkanı eşini ve bebeğini de kucaklayarak soluğu Ankara'da aldı. AKP Hükümeti civanmertlik etti. Bu kritik zamanlama içinde komşu ülkenin başkanını içtenlikle misafir etti. Misafir ise muhtemel bir tehlikeye karşı aradığı moral güvenceyi büyük komşusunda buldu. İlk aşamada elde edilen somut sonuç iki komşu ülke arasında ticari ve ekonomik ilişkileri hızla geliştirmek kararı oldu. Bunun için de vakti ile sınır kaçakçılığını da önlemek kaygısı ile konulan mayınların temizlenmesi kararı alındı. Vakti ile 1950'li yıllarda Suriye'den Ticaret Bakanı Antaki isminde bir zatın başkanlığında bir heyet gelmiş, müzakereler yapılıyordu. Bu gibi müzakereler Dışişleri Bakanlığımızda yapılırdı. İlk toplantılarda bakanlar bulunur sonrasını teknokratlara bırakırlardı. Ticaret Dairesinde şube müdürü idim. Müzakereleri Umum Müdürümüz Fatin Zorlu yönetiyordu. OECD toplantısı için acele Paris'e gitmesi gerekti müzakereleri bana bıraktı. Özel olarak sıkı sıkı tembih etti. "Anlaşmaya kaçakçılığın men'ine dair bir madde koydurun!" dedi. Onu sağlamaya çalışıyor ama bir türlü Suriyeli heyete kabul ettiremiyorduk. Bir gün Dışişleri Bakanımız Fuat Köprülü beni çağırdı. Mülkiyede 4 yıl süre ile hocamızdı. Beni de severdi. Bir güzel payladı: "Hangi şeytan koydu senin kafana kaçakçılığın men'i maddesini?" diye sordu. "Şeytan"ın kim olduğunu pek ala biliyordu. Ama üstelemedi. Sadece izah etti. Suriyeli bakan gitmiş yalvarıp yakarmış, bizim Meclisin yarısından fazlası sınır kaçakçılığından geçiniyor. Böyle bir şey imzalarsam Şam'a dönemem demiş! Ben odadan çıkarken bana bir sır tevdi ediyormuş gibi "Onlarda öyle de sanki bizde başka mı?" diye ilave etti idi... Ruhları şad olsun diye yazdım, Fatin bey döndü. Anlattım. Daha zarif bir formül bulduk; "Akit taraflar aralarındaki ticaretin normal yollarla geliştirilmesi için ellerinden gelen gayreti sarfedeceklerdi!.." dedik. Mesele halloldu idi. Güney komşumuzla ilişkilerimiz öyle anlaşılıyor ki bundan böyle sadece ticari ve ekonomik alanda değil her alanda normal olarak gelişecektir. Bu düşüncelerle misafir devlet başkanının ziyaretini içtenlikle selamlıyorum!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.