Biz Girit adasını da böyle kaybetmiştik!..

A -
A +

Geçen hafta, Türkiye Gümrük Birliği Anlaşmasına eklenecek protokol tartışmaları ile geçti. Medyanın da kışkırtması ile bu konu ve Kıbrıs konusunda yapılacak deklarasyon ile yattık onunla kalktık. Başbakan kalktı Londra'ya kadar gitti. Blair ile konuşmasından çıkarken kapıya kadar birlikte attıkları beş adımı, kamera oyunları ile sanki kilometrelerce beraber yürümüşler gibi seyrettik. Blair, müstehzi bir tebessüm, Erdoğan ise üzgün ve yorgun bir yüz ifadesi taşıyordu. Bu kadarına değer mi idi, bilmiyorum? AB'ye katılım konusunda yapmadığımız fedakarlık kalmadı. Dünyada Türkiye'nin AB'ye katılmak konusunda ne kadar ısrarlı ve istekli olduğunu bilmeyen de kalmadı. Politika fırsatlardan faydalanmak sanatıdır. AB geçen mayıs referandumlarında ağır yaralar almıştır. Uzun bir süre artık uçamayacak bir topal ördek görüntüsündedir. Ne Jacques Chirac'ın teatral fiyakası, cakası, ne de diğerlerinin eski havası ve Türkiye aleyhtarlığı kalmamıştır. Yeni katılan on üye ise tam anlamı ile şaşkınlık içindedir. Nerede ise Demir Perde arkasındaki kafeslerine dönmek ister gibi bir halleri vardır. Böyle bir durumda AB müktesabatını yargı sistemini ve iliklerine kadar sindirebilmiş bir Türkiye olarak Protokolü şimdiden imzalamak veya bir şerh koyarak: "İş bu protokolün hükümleri ülkelerinden birinde mevcut Anayasal anlaşmazlık dolayısı ile BM çerçevesinde başlatılmış çözüm müzakereleri bir olumlu sonuca ulaştıktan sonra o ülke için geçerlilik kazanacaktır!" kaydını koyabilirdik. İsteyen kabul eder istemeyen etmezdi. Ama bugünkü şartlar içinde AB Komisyonunun reaksiyonu şimdikinden daha ağır olmayacaktı. Halen Komisyon sözcüsünün, deklarasyona karşı yaptığı açıklama nerede ise AB'yi Kıbrıs'ta dördüncü GARANTÖR ÜLKE haline getirmiştir. Ama her şey henüz bitmedi. Anayasa gereğince bu ek protokolün 3 ay içerisinde TBMM'nin onayına sunulmak zorunluluğu vardır. Üyelik müzakerelerine bu şartlar altında başlanacağını yar ve ağyarın bilmesinde faydalar vardır. Bir zamanlar bize "hasta adam" derlerdi. Şimdilerde "Uslu Çocuk" tanımlamasını tercih ediyorlar. Ne birinden ne ötekinden yanayız. Bu satırları yazan adam -okurları bilir- kendisini AB'ye katılım taraftalarının birinci sırasında sayar. Aynı zamanda eğer bir gün AB gerçekleşecek ise bunun Türkiye olmadan olamayacağına inanır!.. *** Efendim bu haftaki yazımızın başlığı Demokrat Parti İktidarının ilk Dışişleri Bakanı hocamız rahmetli Fuat Köprülü'ye aittir. Atatürk'ün ölümünden sonra başlayan "Devri İsmet" 14 Mayıs 1950'de sona ermiş ve Demokrat Parti şimdiki AK Parti'den de çok büyük bir çoğunlukla iktidara gelmiş oturmuştu. Bizler diplomaside Menemencioğlu ekolünden sonra gelen Fatin Rüştü Zorlu'nun kurduğu genç şube müdürleri ekibinden idik. İngilizler Kıbrıs adasından çekilmeye karar verince adayı, asıl sahibi Türklere iade edeceklerine tersini yaparak Yunanlılara peşkeş çekmek isteyince, Gençlik, Sedat Simavi ve Hürriyet'in de teşviki ile harekete geçti. Sokaklar, caddeler, meydanlar göstericilerle dolup taşıyordu. Bunlar bir gün Dışişleri Bakanlığının kapısına geldiler dayandılar. Kapılar kapandı. Kimse içeriye alınmadı. Göstericilerden iki kişi nasılsa girebilmiş. Bize geldiler. "Sizler ne gibi genç, nasıl Milliyetçisiniz?" diyerek yüklendiler. "Hiç olmazsa Bakanı ikna edin. Balkona çıksın gençlere bir iki laf etsin dediler. Derlendik toparlandık Bakanın odasına nerede ise zorla girdik. Ne de olsa hepimizin hocası idi. Kızdı öfkelendi ama pek belli etmemeye gayret ederek odasından caddeye açılan mermer balkona birlikte çıktık! Menmunduk.. Göstericiler de sevinçli idiler. Bakan tek lakırdı söylemedi. Sadece sağ elini kaldırarak gençleri selamlamakla yetindi. Bakan önde bizler arkasında balkondan Bakanın odasına döndük oradan da kendi işlerimize dönüyorduk ki, Bakan eski Hocamız da olmanın verdiği azarlar gibi bir tonda "Çocuklar durun nereye gidiyorsunuz?" diyerek bizi odasında alıkoydu. Kendi oturdu. Bizlere "Oturun!" demedi. "Sizleri hangi şeytan yolladı? bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum ama biz vakti ile Girit adasını da böyle 'Girit bizim canımız feda olsun kanımız' diye diye kaptırdık. Dikkatli olmak lazım.. Çok düşünmek zamanında hareket etmemiz gerekir! Sizler diplomatsınız ileride politikacı ve devlet adamlarına da akıl yolunu gösterecek durumlarda kalacaksınız!" diyerek bize bir güzel diplomasi ve politika dersi verdi idi. *** Rahmetli Köprülü politikaya bilim, özellikle tarih bilimi yolundan girmişti. Ama yapısında devlet adamlığı mayası vardı. Bize uzun uzun Girit'in macerasını anlatmış hatırlatmıştı. Parayı en ustalıklı biçimde kullanabilen diplomasi İngilizlerinkidir. Musul meselesinde de öyle olmamış mı idi? Fuat Köprülü Hocayı rahmetle anarak bu haftaki yazımıza da burada son verelim.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.