Eskiden buraların tümü bizim semt sayılırdı. Orta Doğu bizim iç mahallemiz gibi idi. Biz yönetir, biz yönlendirirdik. Birinci Dünya Savaşı, 1914-18'den sonra durum değişti. Mezopotamya bizden koparıldı. İngilizler, Fransızlar tarafından bir tabak Osmanlı helvası gibi aralarında paylaşıldı. O zamanlar Amerika mahcup bir taşra delikanlısı gibi idi. Helvadan ona da bir tadımlık vermek istediler. Tabağa yaklaştı yanaştı bir türlü kaşığını uzatamadı. Osmanlı helvası hafiften petrol kokuyordu. Bu kokuyu ilk alan yine İngiltere olmuştu. İlk paylaşıma göre İngilizler Suriye ve Lübnan Mandasını alacak, Irak'ı Fransızlara bırakacaktı. Savaş içinde yapılan Sykes-Picot mutabakatı ile Saint Jean de Maurienne anlaşmalarında böyle kararlaştırılmıştı. İngiltere allem etti, kallem etti "Irak bizim Hindistan yolu üzerindedir orasını bize bırak" dedi ve öyle de yapıldı idi. Nerede ise 80 küsur yıldır bu bölge ile aramızda sadece birkaç pencereli bir duvarımız kaldı. Bu yöreler oldum olasıya dünyanın en karışık, en karmaşık bir bölgesi sayılır. Üç semavi dinin doğduğu, oluştuğu ve yayıldığı, bu yöreler o gün bugündür çeşitli ırkların, dinlerin, inançların birbirine karıştığı birbirlerinden alıntı, çalıntı da olsa çeşitli dillerin konuşulduğu bir yerdir. Bir zamanların Mezopotamya uygarlığının kalıntıları yanında toprağın fakirliği, üzerinde yaşayan insanların tembelliğine karışmış gibidir. Bu toprakları zenginleştiren uzaktaki yakındaki zenginlerin ve güçlülerin "Albeni"sini çeken iştahlarını bileyen tek şey orada burada fışkıran petroldür. Dünyanın halen en zengin ve her bakımdan en kuvvetli insanların semtimize şimdi komşu gelmek istemelerinin asıl nedeni de budur. Bunda hiç kimsenin kuşkusu olmasın!. "Irak petrolleri Iraklılarındır!" gibi sloganların hepsi lafü güzaftır!. Bir gün elim ererse Padişah Fermanı ile kurulan "Turkish Petroleum Oil Company"nin hazin hikayesini özetlemek isterim. ABD'nin, yanında İngiltere ile başlattığı Irak harekatı bir hal ile sona erdi. Bu işte Türkiye olarak ne yapılabilecek idi ise onu yaptık. ABD'ye yardımcı olduk. Ama Demokratik ve Parlamenter bir Devlet olarak Anayasa kuralları içinde kalmış olmamız dolayısı ile Müttefik saydığımız bir ülkenin Bakan yardımcısı gibi ikinci üçüncü sınıf temsilcilerinin küstahlık ölçülerine varan beyanlarına muhatap olduk! Bu ifadelere muhatap olmamalı idik. Buna karşı Başbakan ve özellikle Dışişleri Bakanımızın alttan alan hoş görülü, uyumlu tutum ve tavırları hemen hepimizi rencide etmiştir. Bunun yerine bu zevata eski Devlet Adamlarımızın yapagelmiş oldukları gibi "Haydi Oradan!.." diyebilmiş olsalardı, kuşkusuz daha akıllı ve daha iyi bir iş yapmış olacak!. Yakın geçmişten bir örnek verelim: Bundan tam 60 yıl önceleri 1943 yılında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün ABD Başkanı F. D. Roosewelt ile İngiltere'nin savaş sembolü Başbakanı Winston Churchill'e Kahire Buluşmasında açıkca ifade ettiği gibi Türkiye'de böylesi konularda tek karar mercii olan bir Parlamento'nun var olduğunu söyleyebilmeli idik.. Bu yapılsa idi ne dostluğumuza ne de gelecek işbirliğine hiçbir gölge düşmezdi!. Biz artık Orta Doğulu değiliz. Bu bölge ile bol pencereli, açık kapılı bir sınır duvarımız var. Buraları yüz yıllar boyu gül gibi yönettik. Kucağımıza doğmuş bir bebek gibi onları büyüttük!. Arada bir anlaşmazlıklarımız olabilir. Ama biz komşudan öteye yakın akraba sayılırız. Bayram seyran günleri TV'lerinizi açınız ekranlarda Suriye ve Irak sınırlarımızda karşılıklı ülkelerde yaşayan insanların, akrabaların birbirleri ile nasıl kucaklaştıklarını göreceksiniz.. Buraları bizim eski mahallemiz, bizim semtimizdir. Türkiye'nin katkısı olmadan buralarda ne İngiltere'nin hatta ne de Amerika Birleşik Devletlerinin bir iş yapabilmelerine imkan yoktur. Umarım ABD'li dostlarımız, Wolwofitz ve Grossman'ın yersiz beyanlarından üzüntü duymuşlardır!. Eminim bunu bir hal ile telafi etmenin yollarını arayacaklardır!.