Monarşik devletler vardı. Hâlâ da vardır. AB'nin 15 üyesinden sekizi Krallıkla yönetilir. Teokratik devletler yeniden moda olmaya başladı. Humeyni'den bu yana komşu İran'daki yönetim buna örnektir. Ancak devletin bürokratik olanına ilk defa Avrupa Birliğinde rastlayacağız gibime geliyor. Brüksel'de Giscard d'Estaingh başkanlığında çalışmakta olan Kurucu Meclis niteliğindeki Convension, önümüzdeki yıl sonuçlandırmak zorundadır. Buradan bir "Bürokratik Avrupa Devleti" çıkarsa kimse hayret etmemelidir. Gerçi 2004'te yapılacak. AB Parlamento seçimlerinden sonra Komisyon üyelerinin sayılarının kısıtlanacağı, şimdiye kadar Konseye, yani hükümetlere bağlı olmaktan çıkarak parlamentoya bağlanacağı söylentileri devam ediyor ama bu, kurulması beklenen AB Devletinin Bürokratik tanımlanmasını pek değiştirmiyor. Bu tanımlama ile Komisyonun, yeni katılan ülkelere karşı tam bir müstemleke komiseri gibi haşin davranmasından endişe edilir.. Kopenhag Zirvesi konusunda o kadar çok konuştuk, yazdık çizdik ki, hepimiz bu toplantının nerede ise sadece Türkiye'nin katılım müzakereleri için yapıldığı zehabına kapıldık. Yanlıştır. Asıl gündemi yeni katılacak 10 ülkeye AB tarafından ödenecek bir diyet, borcu oluşturuyordu. Bu geçen yüzyılın ilk yarısında çıkan iki büyük dünya savaşında ölenlerin anısına ödenecek bir borçtu. Bu savaşlarda Avrupa halkı, birincisinde beş milyon, ikincisinde ise kırk milyon insanını kaybetmişti. Bu can bedeli, kan bedeli idi. Bu diyet on ülkenin AB'ye katılım belgesi ile ödenmiş oldu. Ödemede en büyük payın Almanya'ya düşmüş olmasında ise şaşılacak hiçbir şey yoktu. Kopenhag Zirvesinden Türkiye olarak biz de kısmetimizi aldık sayılır olduk. Alabildiğimiz ise, sadece AB kodamanları Almanya ile Fransa'nın önceden hazırladıkları Türkiye ile müzakerelerin -eğer ilerleme raporu olumlu olursa- ancak 2005 Temmuz'unda başlanabileceği kararına son anda Erdoğan ve Gül'ün gayretleri ile eklenebildiği söylenen "Gecikmeden" deyiminin eklenmesinden ibaret kaldı. Zımnen de olsa Kıbrıs ile askıdaki Türk Yunan anlaşmazlığının önceden halledilmesi şartını kabul etmiş olduk. Kıbrıs konusunda fazla mı taviz verdik? Türkiye ile Yunanistan'ın ortaklaşa üye olmadıkları bir topluluğa Kıbrıs'ı alamazsınız! Diye dayatabilir mi idik? Bana kalırsa bu olabilirdi. Ama yıllar boyu gelip geçen iktidarlar o kadar çok yanlış yaptı üstelik AKP Hükümeti de müzakere tarihi konusuna o kadar çok ısrarlı yaklaştı ki fazla dayatacak gücümüz kalmamıştı. Kıbrıs meselesinde "Eh kısmet bu kadarmış" diye yetinmek mümkün değildir. Daha hazırlıklı olabilmeli idik. Bakmayınız siz her yabancı muhataba "Onlar haklıdır!?" düşüncesi ile yaklaşan bir takım "Entel Züppelere" Londra ve Zürich Anlaşmaları hâlâ resmen ve hukuken yürürlüktedir. Dayatabilirdik. Hâlâ da dayatabiliriz. Ama Yürek İster!. Tarihi ve özellikle Milli Davalarımızın tarihini iyi bilmek ve yerinde ve zamanında kullanmak ister. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri bu bilincin idrakinde olmasa idi, son anda Londra ve Zürich Anlaşmalarına çağırışımlar yapan yeni bir anlaşma taslağı hazırlamak gereğini duyar mı idi? Bugün Irak ve Kıbrıs konularında Çankaya'da zor bir Zirve yapılıyor. İkincisine yüreği yaralı Denktaş da katılacak.. Bu son umuttur! Mücahit Denktaş'ı, ileri görüşlü akıllı Devlet adamı Rauf Denktaş'ı dinleyelim, bozuk para gibi boş yere harcamayalım!..