Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer Suriye'ye gitti ve geldi. Dönüşte yaptığı kısa basın açıklamasından, Türkiye gibi bir büyük devletin başkanı kendi hanesinde yetişen Suriye gibi bir komşu devlet başkanına neler söylenmesi gerekiyorsa onları bir ağabey gibi lafları ağzında çiğnemeden söylediği anlaşılıyor. 1559 sayılı BM kararı gereği Lübnan'da bulunan Suriye askerlerinin geri çekilmesi çabuklaştırılıyor. Bölgenin istikrarı için her alanda iş birliğinin güçlendirilmesi üzerinde mutabık kalınıyor. Kendisine "Ağzınıza sağlık!" diyoruz... Dış politika bir bütündür onda "Fason imalat veya ithalat" mümkün değildir. Siyasi, ekonomik ve stratejik konjonktürle uyumlu olarak uygulamalarda esneklikler olabilir.. Bu da siyasetin tabii şartlarından sayılır. *** 24 Nisana yaklaşıyoruz. Hem doğu sınırımızdaki nevzuhur Ermenistan'dan hem de dünyanın hemen her tarafına yayılmış bir Ermeni diasporasından ve onları barındıran batı ülkelerinden gelecek yaygaralara hazırlıklı olmalıyız. Biz arşivlerimizi açtık. Siz de açın isteyen konuşsun diyoruz kimseden tıs yok. "Önce soy kırımı kabul edin ondan sonra konuşuruz" diyorlar. Bir defa Ermenistan'da arşiv filan yok ki, açabilsinler!.. Birinci Dünya Savaşı'nda Türkiye'yi parçalamaya yeltenenler ile olsa olsa Sovyet Rusya'da bilgi bulunabilir. Ama neden ise kimse yanaşmıyor. Yalnız Fransa'daki arşivleri açsalar bu Ermeni katliamının nasıl bir yalan olduğu ortaya çıkar!. Biz de her işi bırakıp AB aşkı ile önümüze kim çıkarsa ona yanaşıyor, yamışıyoruz! Ve yanlış yapıyoruz. *** Akıl defterimi açıyorum. Daha dört beş yaşlarında küçük bir çocuk iken doğduğum büyüdüğüm Manisa'nın nasıl yakıldığını hafızamdan silerek diplomasideki notlarımla yetiniyorum: 1945-46 yılları, savaş bitmiş. Paris'te görevli sefaret katibiyim. Bize en çok yakınlık gösterenler oradaki Ermeniler. Aralarına girenler oluyor. Biz neden ise fazla ilgilenmiyoruz. Paris'te Luxembourg sarayında Barış Konferansı hazırlık toplantıları yapılıyor. Sarayın giriş salonunu basına tahsis etmişler. Arkadaşım Haluk Kura ile bu toplantıları izlemeye memuruz. Belki kırk kadar masa var. Her biri bir memleketin gazetecilerine tahsis edilmiş... Bir tanesinde koskoca harflerle Ermenistan diye yazıyor allı morlu dosyalar hazırlamışlar. Bir tanesini alıp sefirimiz Menemencioğlu'na veriyoruz. Bir defa o tarihte böyle bir ülke yok. Sefir müdahale edip masayı kaldırtıyor. Dosyayı Ankara'ya gönderiyoruz. Ne oldu? Bilemiyorum. *** 1952'de Bakanlıkta Ticaret Dairesinde şube müdürüyüm. Bakan Fuat Köprülü çağırıyor. Mülkiyeden hocam. İçtenlikle konuşuyor. ABD Arjantin'deki General Peron'a kızmış dost ve müttefik ülkelerden oradaki büyükelçilerini hemen geri çekmelerini istemiş... O sıralarda NATO'ya girmeye çalışıyoruz. Sefirimizi palas pandıras geri çekip yerine "Geçici Maslahatgüzar" ünvanı ile beni oraya gönderiyorlar. Yunanlılar sefirlerini geri çekmiyorlar. Arjantin'de sevimli bir vatandaş grubumuz var. Büyük kısmı Musevi, Avrupa'dan Hitler'den ancak Türk pasaportu sayesinde kurtulabilmişler. Mardinli Süryaniler var hepsi de bize çok bağlı.. Ermeniler bile bize hoş geldiniz ziyaretine geliyorlar. Memleket hasretini gidermek istiyorlar. Buenos Aires'deki Yunan sefiri büyük paralar sarfederek üniversitede bir kürsü kiralamış.. Ders diye konferans diye Türk'e karşı kan kusuyor. Henüz Kıbrıs fazla alevlenmemiş onun hazırlıkları yapılıyor. Oradaki Musevi vatandaşlarımız bana geliyor. Masraflarını biz öderiz biz de bir kürsü kiralıyalım diyorlar. Seviniyorum. Ankara'ya mesaj üzerine mesaj yolluyorum. Sonunda "Sen böyle işlere karışma!" türünden azarlayıcı bir cevap geliyor. Çaresiz sadece Yunanlıların oradan buradan getirttikleri adamların konferanslarını gizli olarak izleyip Ankara'ya bildirmekle yetinmek zorunda kalıyorum. **** Aradan on yıl geçmiş... Ben merkezde ticari anlaşmalar genel müdürü olarak 27 Mayıs sınavından da geçerek kendi arzumla yine aynı yere yani Arjantin'e bu sefer büyükelçi olarak gidiyorum. Atatürk'ün vefatının 25'inci yıldönümü için dost ülkelerde bir posta hatıra pulu çıkarılması rica edilecek. Arjantin'in yeni seçilen Cumhurbaşkanı Dr. İllia ile eskiden şahsi dostluğum var. Hükümet, Atatürk'ün portresi ile süslü 12 pesoluk bir posta pulu çıkarmak kararı alıyor. Ermeniler birileri tarafından tahrik edilerek ayaklandırılıyor. Ermeni komitesi pulun "ilk gün" damgasının vurulacağı ulaştırma bakanlığını havaya uçurmak tehdidini savuruyor. Hükümet aldırmıyor. Orada Amerikan Kolejinde okuyan kızım ilk damgayı vurmak için bizzat bakanlıktaki merasim yerine gidiyor!. *** Arjantin'deki Ermeniler arasında on yıl içinde gerçekleşen bu gelişmenin arkasında yine Yunanlıların olduğunu neden sonra tesadüfen öğreniyorum. Bir diplomatik ziyafet sırasında refikamın yanında oturan milli istihbarat şefi eşime bu Ermeni gösterileri için "Bu sizin meşhur komşularınızın işi" yolunda bir değerlendirme yapıyor. Aklıma ilk gelen Ruslar oluyor. Karı koca onlarla yakın komşuyuz ve dostuz. Adam ressam, karısı benim gibi Sorbone'da okumuş bir hanım. Fransızca hocası rastlaştığımızda karşılıklı Fransızca şiirler okuyoruz!. Çekinmeden düpedüz soruyorum. Yemin billah ediyorlar onlar değilmiş. Haberin kaynağı milli istihbarat şefini ziyaret ederek ona anlatıyorum. Gülerek "bizim yakın ve meşhur komşumuzdan" Yunanistan'ı kastettiği anlaşılıyor. Uruguay'da kain dünyaca ünlü bir Yunan şirketinden Ermeni komitesine gelen banka havalelerinin dekontlarını gösteriyor. *** Bunları sadece akıl defterinden sırf sırası geldiği için buraya aktarıverdim. Yoksa 41 yıllık diplomasi hayatımda ve hatta daha sonrasında Türkiye ile Yunanistan arasında en iyi dostluk ve iş birliği için gerçekten çok gayret göstermişimdir. Bunu rahmetli Fatin Rüştü Zorlu'dan bize vasiyet edilmiş bir görev gibi görmüşüzdür! Ama bu onun söylediği gibi birlikte ve eş zamanda uygulanması gereken bir ortak politikadır. Aksi politikadan çok karşılıklı bir riya olur ki, devletler ve özellikle komşu olanlar arasındaki ilişkilerde asla yeri yoktur!..