Nefesimizi tutarak beklediğimiz AB takvimindeki şu ünlü "G" günü geldi çattı. Önümüzde dar bir kapı hafiften bir aralanır bir kapanır gibi oluyor. Sanırsınız ki bir "Arz-ı Mevud"a gider gibiyiz! Olur... olmaz... bunu bu yazımız yayına gireceği Pazar günü ayrıntıları ile öğrenmiş olacağız! Biz üzerimize düşeni fazlası ile yaptık. Amacımız muasır medeniyet seviyesini yakalamak. Kopenhag kriterleri örneğinde eksiklerimizi tamamladık. Dar kapıdan girsek de giremesek de kaybedecek Türkiye değil AB olacaktır. 70 milyonluk güçlü genç bir ülkenin katkılarından mahrum kalacaklardır. Bu yüzden tarihe karşı da sorumlu olacaklardır. Bizden önce bu kapıdan geçerek AB'ye kapağı atanların durumuna şöyle bir kuş bakışı bakalım... *** Arkasındakileri görebilmek için biraz daha beklememiz gerekecek. "Sırat kıldan incedir, Kılıçtan keskincedir, varıp anın üstüne evler yapasım gelir!.." Biz de bu kapının ardında kendimize bir çatı kurmak için yola çıkmıştık. Dar da olsa, girecek, ince de olsa yolumuza devam edeceğiz... Bakalım önce, kapının ardındakiler, yani bizden evvel girenler nasıl, nice ve ne zaman bu dar kapıdan geçip bu yemyeşil AB vahasında yerleşmiş, yapılanmışlardır?. Bundan çıkarılacak çok dersler olmalıdır. Bu konuda bildiklerimizi geri vitese takıp biraz eskilere gidelim. Pek o kadar eskilere, Mythologic ve Esatire, yahut eski ve hayalperest, cengaver asker ve hatta imparatorlara kadar inmeye hiç gerek yok. Henüz hafızalarımızdan silinmeyen İkinci Dünya Savaşında, Adolf Hitler'in 1 Eylül 1939'da Polonya sınırını aşarak bir, birbuçuk yıl içerisinde hemen bütün Avrupa'yı hükmü, hakimiyeti altına aldığı günlerden başlayarak bugünlere kadar olanları olayları tersine çevrilen bir sinema şeridi gibi aklımızdan, hayalimizden geçirelim; göreceğimiz şudur. Avrupa Birliği fikri ve denemeleri o tarihte kadar, hep teorik ve ideolojik kavramların izinden gitmiş hiçbiri başarılı olamamıştır. Hitler kimilerine göre bir dahi kimilerine göre de bir meczub idi. O aklı sıra Avrupa'daki bütün sınırları kaldıracak ve doğru olan Almanya'yı oluşturacaktı. Öyle de yaptı. Akılsızlık edip başını Stalingrad kayalarına çarpmış olmasa idi Mein Camp'taki Avrupa hayalini belki de gerçekleştirebilecekti. *** Alman ordularının işgal ettiği irili ufaklı Avrupa ülkelerinin yöneticileri, üst düzey politikacıları hemen İngiltere'ye göç ederek Londra'da karanlık ve izbe otel odalarında "Sürgünde Hükümet" etmeye başladılar. En çok sesi çıkan General De Gaulle'ün "Özgür Fransa" horozu idi. Diğerleri düşünüp bekliyorlardı. Bekleyenlerden üç küçük ülke savaş sonrası için planlar kurmakta idiler. Belçika, Hollanda ve Lüxembourg aralarında bir "Gümrük Birliği" kuracak malların, insanların, hizmetlerin serbestçe gelip geçişlerini sağlayacaklardı. 1943'te adını bile koymuşlardı. "BENELUX" diyeceklerdi adına. Atılan tohum ölmezmiş.. Benelux de ölmemiş ki savaş sonrası Almanya'nın teslim olmasından sonra 1947 yılında bu oluşum genişletilmek istendi. Belçika'nın başşehri Bürksel'de bir "Avrupa Gümrük Birliği Konferansı" toplandı. Bu konferansa Türkiye ile Yunanistan da davet edildiler ve katıldılar. Almanya davetli değildi. Henüz Federal Almanya, Rus, Amerikan ve Fransız işgalinde idi ve bugünkü "Federal Almanya ancak 1949 yılında işgal kuvvetleri komutanlarından izin ve icazet alınarak kurulabilmişti. Onun davet edilişi 1952 yılından sonra gerçekleşti. Ve sadece bir Gümrük Birliği'nin yeterli olmayacağı düşüncesi ile İtalya'da Floransa'da "Avrupa Ekonomik Topluluğu" (AET) namı diğer "Ortak Pazar"ı kuran ünlü Roma Andlaşması 1957'de imzalandı. İngiltere bu toplantıya davetli olduğu halde sadece "Gözlemci" olarak katıldı. Sonradan pişman oldu AET'ye katılmak istedi ama bu sefer de General De Gaulle'ün inadı tuttu. "Kalbi ittifak-Entente Coriale" ile bağlı oldukları sanılan İngilizlere yıllarca yol vermediler. Ancak 1973'te AET üyesi olabildiler. Beraberinde İrlanda ve Danimarka'yı da sürüklediler. Türkiye ile Yunanistan daha 1959'larda AET ile temasa geçmişlerdi. Roma Andlaşmasının ileride tam üyeliği amaçlayan 238'inci maddesi uyarınca Yunanistan 1962 ve biz Türkiye de 1963'te birer ortaklık anlaşması imzalamıştık. Yunanistan 1981'de artık AET giysilerinden çıkıp AB cübbesi görünmeye başladığı bir sırada biz de 12 Eylül hareketinin dalgaları arasında uğraşırken Yunanistan bir kolayını bulup 10'uncu üye olarak kapağı AB'ye attı. Onu 1986'da İspanya ve Portekiz, izledi. 1990'da Almanya'nın iki yakası bir araya geldi. 1995'te İsveç, Finlandiya ve Avusturya AB'ye kabul edildiler. Biz ise ne olur ne olmaz diyerek bir Gümrük Birliği ile ortada kaldık. Bütün suçu 6'lar Avrupası'na atmayalım... Onlar çoğaldıkça biz daha çok zorlanacaktık. Nitekim öyle oldu. Şimdilerde ise artık dananın kuyruğu kopmak üzeredir... *** Katılım müzakereleri bana İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan NATO savunma ittfakına katılım müzakelerini ziyadesi ile hatırlatıyor. Bizi çintim çintim, bölge bölge NATO'ya almak istemişlerdi. Kore şehitlerinin ruhları şad olsun. Yaşayanların tatlı tatlı kulakları çınlasın! O zamanki hükümetimiz dayandı, diretti ve NATO'ya eksiksiz, noksansız, tam üye olarak girdik. Şimdilerde Avrupa Birliğine girişimiz de öyle olmalıdır! Aksini aklıma bile getirmek istemiyorum! İsmet İnönü'nün dediği gibi: "Gerekirse bir başka Dünya kurulur, Türkiye orada yerini bulur!" Not: Bu yazı Brüksel açıklamalarından önce yazılmıştır.