Devlet adamı kavramını siyasetçiden, hele politikacıdan tamamen ayrı mütalaa etmek ve değerlendirmek gerekir. Bu kavram ne para ile ne pulla, hatta ne de oy pusulaları ile alınmaz, satılmaz. Devlet ve millet yolunda örs ile çekiç arasındaki demir gibi yıllarca dövüle dövüle, şekillenir, oluşur. Kimsenin itiraz edemeyeceği bir ortamda iktisab olunur, kazanılır. Tarihte ve tarihimizde emsalleri çoktur. Dünya devlet adamları arasında ender yetişen büyük asker, inkılapçı ve dahi bir devlet adamı olan Mustafa Kemal Atatürk'ten sonra bizde "Devlet Adamı" sıfatını kazanabilmenin zorluğunu kabul etmek gerekir. İsmet İnönü bu sıfatı zorlanarak da olsa, Atatürk'ün rüzgarını arkasına alarak da olsa, kısmen kazandı. 1900'lü yıllarda, batı aleminde iki büyük dünya savaşı çıktı, olayların harareti içinden birkaç devlet adamı silueti belirdi.. Bunlar arasında en çok Atatürk'e özenen ve onu kıskananı General Charles de Gaulle idi. Buna meslek hayatımda en az iki defa şahit olmuşumdur. Anlatmanın şimdi yeri ve sırası değil, şimdilik sade değinmekle yetiniyorum. İsmet Paşa'dan sonra tam anlamı ile devlet adamı yetişmesine pek fırsat bulunamadı. Yahut yerine geçebileceklere neden ise pek iltifatı olmadı. Yerine talip olanlar ise ayrı tellerden değişik havalara açılarak kayboldular.. 1960'lardan bu yana sağlam köklü bir kır çiçeği gibi kendi kendini yetiştiren, İslamköy'lü Süleyman Demirel oldu. Üst düzey bürokrasiden geliyordu. Politikayı hemen hiç bilmiyordu ama onu da bu yolda yürürken öğrendi. Halkını, milletini çok seviyor, devletini başının üstünde tutuyordu. Kendi dilinden, bu yolda 6 defa inmiş, 7 defa çıkmıştı. Sonuncusunda da Çankaya'ya çıkıp oturmuştu. Süresi dolduğunda iş başında Ecevit'in nevi şahsına münhasır üç değişik boyut ve görüşlü, değişken bir koalisyon hükümeti vardı. Demirel'in görevini bir hal ile uzatabilmenin çarelerini aradılar. Bulduk sandıkları anda bulamadıklarını anladılar. Parlamentonun da onayı ile Anayasa Mahkemesi Başkanı A. Necdet Sezer üzerinde mutabık kaldılar. Görmüş ve geçirmiş Demirel, Çankaya'daki görevini Batı demokrasilerindeki örneklerinden üstün bir mükemmellikte halefine devretti. Devletin zirvesinde bir gelenek oluşturdu. Sonra izzet ikbal ile "9. Cumhurbaşkanı" unvanını ve "Devlet Adamı" sıfatını muhafaza ederek evine indi. Aynı tarihte gazetemizin bu köşesinde yazdığım bir makalede Demirel'in bu hali ile Güniz Sokak'taki evine sığmayacağını yazmıştım. Doğru çıktı. Zaten doğru olanı da bu idi. Taşıdığı iki sıfatın da "emeklisi" olmaz. Vakti ile Clemenceau ve çeyrek asır sonra da, General de Gaulle, bir şeylere kızarak köylerine çekilmek isteyince halk dayattı. "Devlet adamının emeklisi olmaz! Devlet adamı devletin merkezinde oturur!.." dedilerdi. De Gaulle; ters, aksi, inatçı bir adamdı. Dinlemedi. Colombey les deux Eglyses köyüne döndü ve orda öldü. Pek az devlet adamında bulunan bir "Büyüklük hastalığı Manie de Grandeur" ile malul idi!.. Şimdi müsaadenizle gelelim "3 değişken boyutlu, çelişkili huylu koalisyon"a.. İhtira beratı Bülent Ecevit'e ait bulunan bu Hükümet sağa sola çarpıla çarpıla bugünlere kadar gelebildi... Kimse acı biber gibi seçim sözünü ağzına bile almıyor. İnsanlık alemi üçüncü bin yıla girerken kendine bir çeki düzen vermeye çalışıyor... Parlamentonun yenilenmesinde mutlaka ferahlık olacaktır. Kim ne derse desin itibarımızı yüksekte tutalım. AB'nin aylıklı bürokrat eskilerinden yeni "Eurocrate"ların ayaklarına kırmızı halı serer isen, adam gelir senin sefirine hakaret eder, Dışişleri Bakanını paylar, Başbakanına da kafa tutar ve sen hiçbir şey söyleyemezsin... Eğer bir gün AB'ye girecek isek -ki mutlaka gireceğiz- eğilmeden, bükülmeden, şahsiyetli, kişilikli ve saygın bir dış politika uygulamanın artık tam sırasıdır. Ne olur, artık aklımızı başımıza alalım, başkalarının aklı bizimkinden üstündür kompleksinden kurtulalım ve hemen ve mutlaka seçimlere gidelim. Sonuç ne olursa olsun durum şimdikinden daha kötü olmayacaktır.