Geçen Pazar, Ağustos ayından başlayarak ülkenin ve dış dünyanın öncel konularını içimizdeki fikir kırıntıları halinde ortaya koymaya çalışmıştık. Bu Pazar, güya Rusya Federasyonu Başkanı Putin'in ülkemize yapacağı ziyaret hakkındaki düşüncelerimizi sizlere arzetmeyi düşünüyorduk. Araya olmadık, umulmadık, Cumhuriyet tarihinde görülmemiş olaylar girdi. Bizim kuşakların mukaddes sayarak her şeyin üzerinde tutmaya çalıştığı "Devlet-Ebed-Müddet" kavramı ile birlikte ortalık karıştı. Eskilerin "Tefrik-i-Kuvva" diye tanımladıkları Teşrii, icarai ve kazai kuvvet ayırımı yerine bunların bir trafik kazası gibi birbirlerine girdiklerine tanıklık eder gibi olduk. Atanmış mülki amirler ile seçilmiş belediye başkanlarının ters istikamette yol almakta olduklarını gördük. Biz, oldum olasıya Devleti bütün değer kavramlarının üzerinde tutan bir neslin ahfadıyız! *** Mülkiyede Rahmetli Anayasa hocamız, Cumhuriyetin en genç hükümet üyesi, İsviçre Medeni Kanununu, noktasına, virgülüne dokunmadan Türkiye'ye aktaran rahmetli Mahmut Esat Bozkurt, benim hocamdı. Takrirlerine ayni cümle ile başlar, aynı cümle ile bitirirdi. "Ya Devlet Başa... Ya Kuzgun Leşe..!" derdi. Devleti başımızın üzerinde tutamadığımız zamanlarda halimizin ne olacağını anlatmak isterdi... Her başarının başında sağlam bir istihbarat vardır. Ben mesleğim itibarı ile 42 yıla yakın devlet hizmetimin yarısından fazlasını yabancı ülkelerde geçirdim. Her ülkenin kendi çapında güçlü bir İstihbarat Teşkilatı vardır. Ama hiçbirinde adı, sanı ve başının, bizde olduğu gibi ortalarda, boy boy fotoğrafları, gazetelerde, dergilerde görünmez! Savaş sonrası Fransa'da De Gaulle genç bir adamı İstihbarat Teşkilatı'nın başına getirdi. Adam tam yirmi altı yıl bu teşkilatın başında kaldı. Asıl adını kimse bilmiyor, herkes onu "Ave Maria" diye kod adı ile tanıyordu. Asıl adının Comte De Marenches olduğunu neden sonra öğrenebildik. Zaman zaman De Gaulle'e dahi mukavemet edebildiği bilinirdi... Biz de bu kavram kargaşasını durdurabilecek, hepsini Devlet kavramının şapkası altında yeniden toplayıp toparlayabilecek yeni bir dönemin özlemindeyiz! *** Irak'taki gelişmeler ile ABD Başkanlık seçimleri arasında ziyadesi ile belirli bir paralellik-Haydi Ecevit'çe söyleyelim- bir "eşgüdüm," güneş gibi gözlere çarpmaktadır! ABD Irak'taki yönetimi sözüm yabana yerli bir heyete devir edeceğini ilan ettiği 30 Haziran'dan da evvel bir acaip karma heyete bırakmıştır. Ama işgal kuvvetleri oradadır. Halen durum, tarafsız gözlemcilere göre şöyledir: ABD, İngiltere ve koalisyon askeri kuvvetleri, çoğu sürgündeki Saddam muhaliflerinden oluşan yeni yönetimin arkasındadır. Halk, Sünnisi, Şiisi, Saddam karşıtı, veya yanlısı ve diğerleri ile birlikte Amerikan askeri işgalinin katıksız karşısındadır. Bu, ABD ile işbirliği içindeki "İşbirlikçi"ler, çıkarcılar için de hayli geçerli bir değerlendirmedir. Kürtler, aralarındaki bazı anlaşmazlıklara rağmen ABD'nin tam olarak yanında yer almaktadır. Bu durumu aslında biraz da normal karşılamak gerekir. İkinci Dünya Savaşını izleyen dönemde Alman işgalini yaşamış ülkelerin hemen tümünde "Collaborationistes-İşbirlikçiler" olayı henüz hafızalardan hatta değerlendirmelerden silinebilmiş değildir! *** Geçen Pazar yazdığımız gibi Türkiye, Irak üzerinde her bakımdan bir ağırlığa sahiptir. Bu, ekonomi, politika, strateji bakımından geçerli olduğu kadar, aynı zamanda tarihin, coğrafyanın ve hasılı "Eşyanın tabiatı icabı" olarak da var olan bir durum ve gerçektir. İşte tam bu sırada Irak'taki ABD atamalı bir heyetin Devlet Başkanı sıfat ve unvanı verilen El Yaver başkanlığında Türkiye'ye resmi bir ziyaret yapması, itiraf etmeliyim ki herkesin kolayca anlayabileceği bir husus değildir! Konu henüz bütün unsurları ile aydınlanamamış olduğu için üzerinde halen tam bir fikir ileri sürmek yanlış olur. Türkiye'nin bu yönetimi ve hükümeti resmen tanımış olduğu kanısını beraberinde getirir. Devlet kavramının uluslararası hukukta yeri, tarifi ve unsurları bellidir. Bu kuralları zorlamak faydadan çok zarar getirir! Bunun bilinci içinde olmakta sayılamayacak kadar faydalar vardır. *** Eğer bu, bir yanlış değerlendirme veya işgüzarlık değilse durum açıklanmalıdır. Bu ziyarette davet sahibi Türkiye midir? ABD'nin telkin veya baskısı ile mi yapılmıştır? Yoksa talep karşıdan gelmiş, biz de askeri bir uçakla onları getirmiş durumda mıyız? Bilinmesinde çok ama çok faydalar vardır. Bu, tabiatı ile benim şahsi görüşümdür. Kimseyi bağlamaz! Ama Türkiye gibi bir devletin bir komşu ülkedeki yönetimi "Devlet" olarak tanıması Dünya Politikasını etkileyebilecek bir önemdedir. Vakti ile 1926 yılında Musul Belgeleri Dr. Tevfik Rüştü Aras ile İngiliz Sefiri tarafından imzalanırken Lindsay açıkgözlülük etmiş, Mandat yönetimi altındaki Irak'tan bir Iraklı şahsiyeti pır pır bir uçakla Türkiye'ye alelacele getirtmişti. Bu adam İngilizlerin Sir unvanı verdikleri Nuri Sait Paşa idi. Bu konuda yazılacak daha birçok şey var ama şimdilik gereği yok. Yalnız 1967'den tamamen başka bir örnek verelim: Federal Almanya'nın kurucusu Şansöliye Conrad Adenauer öldü. Büyük cenaze merasimi yapıldı. ABD Başkanı Johnson, De Gaulle, Süleyman Demirel Katedralde yan yana oturdular. Tam o tarihte Yunanistan'da bir askeri darbe oldu. Cunta cenazeye Hariciye nazırı olarak yaşlı, emekli bir büyükelçiyi gönderdi. Almanlar bu zata merasimde yer vermenin Atina'daki Askeri Cuntayı tanımak anlamına gelebileceği için kabulde tereddüt ettiler. Adam merasim öncesi oradaki Türkiye Büyükelçisine yalvar yakar oldu. Onun tavassutu ile TC Başbakanı ve 9.'uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından kerhen birkaç dakika kabul edildikten sonradır ki; Cuntanın Dışişleri bakanına kilisede küçük bir yer vermeyi kabul ettilerdi! Mehmet Akif merhumun söylediği gibi, "Tarih bir tekerrürden ibarettir diyorlar. İbret alınsa idi eğer, tarih hiç tekerrür mü ederdi?"