Fransa Parlamentosu şu mahut ve akıllara durgunluk veren, 1789'lardan beri özendiğimiz, imrendiğimiz, benimsediğimiz "Libertê, Egalitê, Fraternitê!" üçlüsü ile bağdaşması asla mümkün olmayan sözüm ona "Ermeni Soykırımını inkâr edene hapis cezasını öngören kanunu gözlerimizin önünde kabul etti! Bunun ne hukuk ne siyaset ve ne de tarih bakımından bir izahını yapmak mümkün değil! Bu kanımca toplumsal ölçülerde bir "tıbbî vak'a" olarak tarihe geçecek ve Fransa, bu yüzden çok şey kaybedecektir. Ben kendi hesabıma bu yaşıma kadar Fransız kültürü ile beslenmiş olmaktan adeta hicab ediyorum. Bu benim tanıdığım, okuduğum, içinde yaşadığım ve yıllarca çalıştığım Fransa değil. Bu tutuma "Akıl Tutulması" teşhisini koyan Başbakan ile tamamen mutabıkım. Bu tanımlama, "Güneş Tutulması" gibi Cosmologique bir olaya çağrışım yapıyor! O bakımdan yeterli değil.. Güneş Tutulması nihayet ustaları tarafından bilinen, öncelerden takvimi, ne kadar süreceği belli bir şey... Böyle zamanlarda kararan güneşe yalın gözle bakmakta zarar vardır. Mutlaka gözlerinizin önüne siyah isli, dumanlı bir cam koyacaksınız ve tutulan güneşe öyle bakacaksınız! Ama "Akıl Tutulması" hele bunun toplumsal ve siyasal olanı başkadır. İlacı devâsı yoktur. Özellikle ne kadar süreceği hiç mi hiç belli olmaz! Allah şifasını versin demekle savuşturulacak bir olay da değildir. Bakacak, inceleyecek ve sebeplerini araştıracaksınız! Genelde böylesi vakalarda "Şok Tedavisi" uygulanır diye duyarız. Ama aslını ve usulünü ve ölçüsünü bilmeyiz! En iyisi tarihe bakmak ve orada araştırmak gerekir diye düşünürüz! 1900'lü yıllara damgasını vurmuş olan büyük ve çok ünlü bir Fransız düşünürü, filozofu, Jean Paul Sartres aklıma geliyor. Siyaset ve toplum bilimleri ile ilgilenip Sartres okumamış veya ondan etkilenmemiş kimseyi bulamazsınız. Onun "La Rêpublique du Silence. Suskunluk Cumhuriyeti" adı altında bir eseri var. Bakın onda ne diyor? "Fransa hiçbir zaman 1940-45 arası Alman işgali döneminde olduğu kadar özgür olmamıştır!" Bununla ne demek istediği bellidir. Bizce işgal döneminde ve Vichy Hükümeti döneminde Fransızların her söylediklerinde ve yaptıklarında bir sorumluluk taşıdıkları bilinirdi ve herkes tavrını ve söylediklerini ona göre ayarlardı! Kitaba ve kronolojiye bakıyorum (Savaşta ve Barışta Diplomasi- O.G. Yamaç) Fransa Haziran 1940'dan Mayıs 1945 sonlarına kadar Alman işgali altında kalmış. O günleri ve daha sonrasını bugün imiş gibi hatırlıyorum. Orada ve diplomatik görevde idim! Şimdilik daha fazla yorum yapmak istemiyorum. Ama yine aynı kitabın Kronoloji bölümünü açıyorum. 1919 orada İngilizlerin İstanbul, Fransızların Antep, İtalyanların Antalya ve Yunanlıların İzmir, Manisa ve Aydın'ı işgal ettikleri ve Ermenilerin Kars'ı bastıkları yazılıdır.! Mustafa Kemal 1919 yılının 19'uncu günü bütün rütbe ve görevlerini bir yana bırakarak Bandırma varupu ile Samsun'da karaya ayak basacak ve bir avuç arkadaşı ile birlikte Milli Kurtuluş hareketini başlatacaktır! Fransa o tarihlerde şimdi olduğu gibi akıl tutukluğundan malûl ve mustarip değildi. Tam terine Franklin Booillon gibi ileriyi gören devlet adamlarına sahipti. Bu yüzden Milli Kurtuluş hareketi ile ilk temasa gelen ve anlaşma imzalayan müttefik Devlet Fransa olmuştu. *** Sonuç olarak söylemek istediğim şudur: Fransız Parlamentosunun milletine, tarihine ve özellikle evrensel kültürüne tamamen ters düşen bu kararı yüzünden bütün Fransız milletine küfretmeyelim. Tarihte İmparatorluklar kurmuş, (Fransa gibi değil. Osmanlı gibi) gibi birmilletin ahfadı olarak başımız dik, tartışmaya hazır -ama tehdit veya yaltaklanmaya değil- bir toplum ve millet olarak her zaman her yerde ve her zeminde fikir tartışmasına hazır olduğumuzu hissettirelim! Aramızdaki siyasi, ekonomik ve askeri ve hatta kültürel ilişkiyi karşılıklı olarak dengeli tutmaya itina gösterelim. Adamlar besbelli "Akıl Tutulması"na uğramışlar. Afiyet bulduklarında daha sakin ve akıllıca konuşuruz.