Haziran ayı hasat ayı!..

A -
A +

Öyle derler. Haziran ayı harman sıcaklarının ve dolayısı ile ekinden başlayarak her türlü mahsulün harmanlanarak toplandığı hasat mevsiminin başladığı aydır. Bugün haziranın on yedisi. Düne kadar yaşlı insanlar hiç olmazsa gecenin rutubetli soğuğundan korunabilmek için hafif hafif soba ve kaloriferlerini yakmakta idiler. Bu yıl kış her zamankinden şiddetli geçti. Sanırım yaz mevsimi de kıştan daha az şiddetli olmayacak... Bu haftaki yazımıza havadan sudan soğuktan sıcaktan başladık. Ama sanmayın ki mevzu bulamadık da ondan böyle yapıyoruz. Bu yıl politikada hiç bahar olmadı. Hep kavgalarla savaşlarla, şiddet ve insanlık ayıbı işkence olayları ile uğraştık durduk G-7 veya G-8'lerin Sea İseland'daki yaka paça açık kılıktaki ziyafetine bu sefer bizler de davetli idik. Mon Cher Chirac'tan başka ev sahibi Bush'un yanı sıra Erdoğan dahil, Suudi hariç herkes gömleğinin yakasını açmıştı. Fakir ve problemleri daha genişletilmiş bir acayip Orta Doğu'ya barış, refah ve saadet getirmenin yollarını arıyorlardı. Bir Allah'ın kulu da çıkıp bu muhterem zevata "Beyler yakalarınızı açacağınıza biraz da keselerinizi açıverseniz bu mesele çoktan halledilebilirdi!" diyebilse idi mesele kalmayacaktı. Ama kimseden ses seda yok!.. Yapılamayacakları yapmaya çalışıyorlarmış gibi bir tatil havasındalar!... *** Bu satırları yazarken düşünüyorum.. 1800'lü yıllardan bu yana dünya politikası, özellikle Amerika Birleşik Devletleri'ninki ne kadar da değişmiş. O tarihlerde ABD, hâlâ gagalanmak istenen bir kıta idi. Özellikle İspanya ve onunla ittifak halindeki İngiltere, Fransa ve hatta Rusya'nın Amerika kıtasına karşı yaklaşım ve tutumlarından bıkan ABD'nin o zamanki Başkanı James Monroe Kongreye yaptığı bir sunuşla bu duruma bir son vermek istemiş ve sonraları dünyada Monroe Doktrini diye anılacak olan ABD'nin bir politika çizgisini dünyaya ilan etmişti. Bu politikaya göre. Ne ABD, Avrupa işlerine karışacak ne de Avrupa'nın kendi işlerine burnunu sokmasına müsaade edecekti. Bu durum Birinci Dünya Savaşı'na kadar 1914-18 böyle devam etti. Avrupa amana geldi. Rusya'da Komünist ihtilali patladı. ABD atlayıp Avrupa'ya geldi. Ogün bugündür hep buralardadır. Nerede ise ABD'li diplomat ve devlet adamları kendi evlerinin yolunu unutacaklar. Şimdilerde artık davete filan baktıkları yok kendiliklerinden geliyorlar. Bir söz vardır "insanın iştihası bir sofraya oturup yemeğe başladıktan sonra gelirmiş!" Adamlar Fast food yemekten bıktılarsa biz ne yapalım? Dünya âlem için hayırlısını dileyerek konumuza avdet edelim. Haziran ayına çok şeyi birden sığdırmaya kalktık. NATO zirvesinden önce 31. İslam Konferansı Dışişleri Bakanları toplantısı yapıldı. Benim en son katıldığım kaçıncı idi? Şimdi tam hatırlamıyorum. Ama 1975 veya 76 yıllarında idi. Konferansın iki komitesinden birine, ekonomik olanına başkan seçilmiştim. Çağlayangil toplantı başkanı idi. Kapanış toplantısında konuşmam uzayınca Çağlayangil'den acele bir pusula geldi idi. Kimse okuyamasın diye eski harflerle "Oğuz konuşmanı artık bitir, çok geldi" diyordu!.. Öte yandan siyasi komite başkanı arkadaşım da tam tersini söylüyor, aman biraz vakit kazanalım diyordu. İkisinin arasını buldum. Mikrofondan Başkan Çağlayangil'e "Sayın Başkan teknik bir arıza dolayısıyla oturuma sadece beş dakika ara verilmesini ve bu arada heyetlerin yerlerini terk etmemelerini rica ediyorum" dedim. Öyle karar verildi ama heyetlerin hiç biri söz dinlemedi. Hepsi yerinden kalktılar. Eh bu da doğal sayılırdı. *** Hatıralar hatıralar!.. Hiçbir yerde rahat durmazlar, birine dokununca öbürleri de peşlerinden koşarlar!.. Misafirleri Sheraton otelinde ağırlıyorduk asma katında bir mescit hazırlamış, Vakıflar idaresinin en nadide seccadeleri ile süslenmişti. İmam ve müezzine kadar herşey hazırlanmıştı. Seccadelerin korunması için tedbirler alınmıştı. Bir gün İstanbul Emniyet Müdürünün mülkiye alışkanlığı ile "Oğuz ağabey" diyerek ilettiği evham ve tahminleri Çağlayangil'e aktardığımda "Sen öyle şeylerle uğraşma ben polislikten geldim. Bu vehme düşen, gereğini de yapar!" demişti. Sheraton otelinde mescit hazırdı. Ama birkaç görevli Türk'ten başka pek iltifat eden olmamıştı. Bu satırları dürtükleyen İKÖ toplantısı münasebeti ile gelen iki davetiye oldu. Bunlardan biri Ankara Feribotu ile yapılacak Boğaz Gezintisine ve açık büfe akşam yemeğine, ikincisi de yine aynı vesile ile Topkapı Sarayı'nda verilecek konser ve akşam yemeğine çağırıyor. Güvenlik mülahazası ile davetiyelerin beraber getirilmesi isteniyordu. Türkiye Cumhuriyeti Devlet Bakanı Sayın Beşir Atalay tarafından gönderilmek lütfunda bulunulan bu davetiyelere teşekkürlerimi ve aynı zamanda rahatsızlığım dolayısıyla icabetten mahrum kalacağımı bildirebilmek için hiçbir telefon numarası yoktu. Keşke sağlığım müsait olsa idi de katılabilse idim diye düşündüm... Allah İKÖ çalışmalarını muvaffak eylesin. Benim en son katıldığım ve kaçıncısı olduğunu hatırlayamadığım İKÖ toplantısından tek hatıram Başbakan Süleyman Demirel imzası ile aldığım bir takdirname ve bir de kocaman gümüş hatıra madalyasıdır.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.