1980'li yıllarda yaş haddinden emekliye ayrıldığım zaman Boğaz'ın Anadolu yakasında küçük bir apartmanın daha da küçük ve dar bir dairesine eşyalarımız ve özellikle kitaplarımla birlikte sığışmamız bir mesele olmuştu. Her çareyi denemiş, başarılı olamamıştık. Hariciyecileri tanıyanlar, yahut bu meslekten yakınları bulunanlar iyi bilirler. Duygusal, romantik insanlardır onlar.. Yıllarca uzak ve yabancı diyarlarda beraber yaşadıkları eşyaları, küçük hatıraları, hele kitapları ne kadar değersiz olurlarsa olsunlar, kendi canlarından, hayatlarından bir parça sayarlar. Onlardan ne pahasına olursa olsun asla ayrılmak istemezler. Bizde de öyle olmuştu. Sonunda kendimize göre geçici de olsa bir çözüm bulduğumuzu sanmıştık. İstanbul yakınlarında Tuzla'da küçük bir yazlığımız vardı. Eşyalarımızın ve kitaplarımın bir kısmını oraya yerleştirdik. Nasıl olsa geçici bir yerleşimdi. Zamanla gerekli olanların yerlerini değiştirebileceğimizi düşünüyorduk. Her zamanki gibi yanıldığımızı zamanla anladık. Fransızların bir sözü vardır, çok sever ve beğenirim: "Rien ne dure que le provisoir!.." derler.. Yani "Hayatta geçici olandan daha sürekli hiçbir şey yoktur!.." Bu sözün doğruluğunu şahsen çok denemişimdir. Nitekim bunda da öyle oldu. Aradan yıllar geçti. Kandilli'de olanlar Kandilli'de, Tuzla'ya koyduklarımız da Tuzla'da kaldı. Kimbilir böylesi belki daha da iyi oldu. Her yaz tatilinde Tuzla'daki kitaplarımın tozlarını aldırır, ben de onları ellerimle okşar gibi yeniden yerlerine yerleştirirken arada çaktırmadan hafıza da tazelerim. Bu sefer elime yukarıdaki başlığı taşıyan bir kitap geldi. İkinci Dünya Savaşı'nı izleyen yıllarda yurtdışında satın almıştım. Kimsenin tavsiye etmiş olduğu bir şey değildi. Ama ismi bir acayip idi. İkinci Dünya Savaşı'nın başından sonuna kadar içinde yaşamıştım. 1943 yılında Alman işgali altındaki bütün Avrupa ülkelerini görevle gezmiş, dolaşmıştım. Yani anlayacağınız Hitler Avrupa'sını yerinde görmüş, tanımıştım. "Hitler Hurafeleri" Les Mythes Hitleriens ismi bana çok çekici gelmiş, kitabı satın almıştım. Gallimar Yayınevi tarafından yayımlanmıştı. O zamanki kitaplar şimdikiler gibi ofsetle basılmış cinsten değildi. Forma halinde basılır, sonra da sayfa araları bir bıçakla kesilip öyle okunurdu. Baktım kitabın yarısından bile az kısmını açabilmiş, bazı yerlerini kurşun kalemle işaretlemiş, bazı notlar da almışım. Sonra da neden ise kapatıp bırakmışım. Nedenlerini şimdi pek hatırlamıyorum. Yazarı eski bir diplomattı. Tanınmış biri değildi. Üslubu da pek parlak sayılmazdı. Elhasıl kitabın içeriği, başlığı kadar ilginç değildi. Ama ne olursa olsun can sıkıntısından bu sefer tamamını okudum. Aradan bunca yıl geçtikten sonra tamamlayabildiğim bu kitap bana nedense daha çekici, özellikle ibret verici geldi. Hurafeyi, masalı, menkıbeyi bir tarafa bırakıp bizzat içinde yaşadığım İkinci Dünya Savaşı bilemediğimiz, yahut yakıştıramadığımız pek çok şeyi öğretti. Almanlar tarih boyunca kendilerini diğerlerinden üstün bir ırk veya millet sayagelmişlerdir. Bunda şaşılacak bir şey yoktur. Hep önde ve koşar adım yürürler. Durmasını bilmezler. Zaten durdukları zaman da düşüverirler. Hitler iktidara geldiğinde elinin altında olağanüstü örgütlenmiş çok kuvvetli bir askeri güç vardı. Yahudileri zaten sevmezdi. Ama Alman örgütlenmesinin ardında geri planda da olsa Yahudilerin bulunduğunu öğrendiğinde adeta dehşete düştü. Anti-semitisme asıl o günden sonra kendisinde bir ölüm kalım dogması haline geldi. Almanya'yı ve Avrupa'yı Yahudilerden arındırmadan yaşamanın mümkün olamayacağı kanısına vardı. "Lebensraum lebensraum" diyerek Yahudinin nefes alamayacağı bir yaşam sahasının peşine düştü. İkinci Dünya Savaşı işte bu ruh haleti içinde başladı. Koskoca bir kitabı yarım sütunluk bir "Görüş" köşesinde özetlemeye imkan yoktur. Ama kitabı okuduktan ve aradan bunca yıl geçtikten sonra bende bıraktığı sisli, buğulu izlenimi sizlere nakletmeye cesaret etmek istiyorum ama şimdi sanırım pek sırası değil. Sadece şurasını belirteyim. Avrupa Birliği fikri mitolojiden beri yüzyıllardır denenir. Araya "papa"lar, papazlar, imparatorlar, krallar karıştı, hiçbirisi başarılı olamadı. Hepsi amaca güç kullanarak varmak istediler. Bir arpa boyu yol alamadılar. İkinci Dünya Savaşı sonrasında birkaç akıllı adam çıktı. Hiçbirinin aklında bugünkü AB yoktu. Ekonomik yoldan gittiler, kendilerini bugünkü genişletilmiş AB'nin eşiğinde buldular. Bir hatırlatma yaparak bu haftaki yazımızı noktalayalım. Genişletilmiş Avrupa'nın haritasına şöyle bir göz atınız, bir de İkinci Dünya Savaşı sırasında Hitler'in Rusya'ya saldırmasından önceki işgal altındaki Avrupa'nın haritası ile karşılaştırınız. Birini ötekinden bir santim ayırmayı başaramayacaksınız!.