İki seçimden birincisi önümüzdeki mart ayının 28'inde bizde yapılacak mahalli idareler seçimleridir. İktidardaki AKP için öyle ahım şahım bir önemi olacaktır denilemez. Nihayet Erdoğan hükümetini ya daha fazla güçlendirecek, yahut da "Ayağını denk al, gelecek genel seçimlerde muhalefette kalabilirsin" uyarısı niteliğini taşıyacaktır. İkinci seçim Kasım ayında ABD'de yapılacak Başkanlık seçimleridir. Cumhuriyetçilerin adayı bellidir. George W. Bush ikinci defa yeniden Beyaz Saray'da ikamet edebilmek için bu seçimleri mutlaka kazanmak durumunda ve zorundadır. Irak savaşına kadar bu konuda kimselerin bir tereddüdü yoktu. Bush 11 Eylül 2001 "ikiz kuleler" olayından sonra yalnız ABD değil dünya çapında teröre karşı "Koruyucu Savaş" hareketini başlatmış, hem içeride hem dışarıda popülaritesi iyice artmıştı. Aslına bakarsanız umulmadık bir aksilik çıkmadığı zamanlarda ABD başkanlarının iki dönem Beyaz Saray'da ikametleri normal sayılır hale gelmiştir. Bu sefer de öyle mi olacak? Pek belli değildir. Şimdiki başkan terör savaşını sırtına alarak ABD'den taşmak, Orta Doğu'dan başlayarak dünyaya yayılmak istidadında görünüyor. Rusya'ya pek aldırış etmiyor. AB'yi ise hiç ciddiye almıyor, bir milyar üçyüz milyonluk Çin'in dışa açılmaya çalışmasından da endişelenmiyor. Herkesin kolayca yakıştırdığı "Kovboy Başkan" tanımlamasından da çekinmiyor. "Tek süvari" olarak dünyanın beş köşesinde at koşturmak hevesini muhafaza etmek istiyor! Şairin dediği gibi herkes hayal ettiği müddetçe yaşarmış. Bush hayatını yaşıyor. Ülkesinde bütün ağırlığı şimdiki halde sadece dış politikaya koymuş durumda! Rakibi henüz tam olarak belli değildir. Demokrat J.F. Kerry şimdiki halde demokratların başını çekiyor. Ama demokratların adayı kim olursa olsun seçim propagandasını iç sorunlara ve ekonomiye dayandırmış durumdadır. Seçim ABD'de bizdeki kadar kolay olmayacaktır. *** "İki seçim arasında" diye koyduğumuz başlığın birinci kısmında şimdiki halde söylenebilecek olanların özeti budur. İkinci bölümde, yani "İki arada bir derede" diye adlandırdığımız bu zaman bölümünde çok önemli iç ve dış konular ele alınıp kotarılabilir, alelacele sürekli bir çözüme bağlanabilir mi? İşte bu konuda bizim bazı tereddütlerimiz vardır. Hele hele 1571'den, Yavuz Sultan Selim'den Lala Mustafa Paşalardan beri süregelen şu netameli Kıbrıs sorunu gibi bir meselenin Birleşmiş Milletler Örgütünün Genel Sekreterini arabulucu değil adeta bir kanun koyucu gibi gözle kaş arasında halledilivermesi, Kurucu Meclisi bile olmayacak yeni bir devlet kurulması mümkün olabilir mi? Bizim bildiğimiz BM Genel Sekreteri tapu sicil muhafızı gibi hukuken tekemmül etmiş olan uluslararası anlaşma ve antlaşmaları kayıt eder. Üye ülkelerin ödediği aidatlardan maaşını tahsisatını alan bir kişidir. Milli Meclislerin, Parlamentoların ön muvafakat ve onayını cebinde farz ederek nasıl hareket edebilir? Daha önce, ABD tezkeresini elinin tersi ile ret eden bir Meclis bunu nasıl kabul edebilir? Kıbrıs meselesinin AB'ye girişimiz veya müzakerelere başlama tarihinin tesbiti ile bir alakası yoktur. Yarım asırdır bu işlerle meşgul olmuş ve halen hiçbir beklentisi ve kimselere yaranmak arzu ve hevesi bulunmayan biri olarak açıkça ifade ediyorum ki, Kıbrıs meselesinin AB bahane edilerek böyle iki seçim arasında, yahut iki arada bir derede hal edilmiş gibi gösterilmesinden Avrupa Birliği'nin akıllı öncüleri yöneticileri bile pek memnun olmayacaklardır! İnşallah iyi olur, yanılan biz oluruz diyorum ama bir de şöyle geçmiş tarihe bakıyorum. Çok eskilere kadar gerilere gitmeye gerek yok. Şu son yüz yıllık tarihimizi göz önüne getiriniz. Ne zaman bir uluslararası meselede takvim sayfaları arasında sıkışıp kalmış isek, taviz vermek zorunda kalan taraf biz olmuşuzdur! "Tarih bir tekerrürden ibarettir diyorlar, ibret alınsa idi eğer, Tarih tekerrür mü ederdi?" Demir tavında iken dövülür derler. Evet doğrudur. Ama her şey zamanında yapılmalıdır. Bir kurt vardır koltukların tahtasına musallattır. Bir de politika kurdu vardır ki o koltukta oturanları kemirir! Dikkatli basiretli davranmakta sayılamayacak kadar faydalar vardır!