Irak sorunu!

A -
A +

Irak sorunu eskiden beri vardır. Son zamanlarda, özellikle Baba Bush'un on yıl önceleri bir milyona yakın bir ordu ile bu ülke ve bölgede estirdiği ünlü "Çöl Fırtınası"nı herkes bir hal ve belki de heyecanla hatırlamakta devam eder. Rahmetli Turgut Özal'ın ABD'ye yakınlığı ve Başkanı ile yakın dostluğu hepimize heyecanlı ve daha çok "Helecanlı" günler yaşatmıştı. Baba Bush Kuveyt'i kurtarmaktan çok Saddam'ı devirmek istiyordu. Birincisi kendiliğinden gerçekleşti. İkincisi bugünlere kadar sarktı. Amerika'da iki dönem sonra bu sefer kıl payı ile de olsa oğlu W. Bush Beyaz Saray'a geçti oturdu. Akla bile gelmeyen geçen yılın 11 Eylül'ünde gerçekleşti. Başkanla beraber bütün millet hatta bütün Batı Dünyası adeta bir yabancı "terör şoku" geçirdi. Afganistan'da Taliban ve El Kaide bünyesinde bir terörist avı başlatıldı. Bush Texaslı idi. Tek başına dünyaya düzen vermeye çalışan, başladığı işi yarım bırakmayan bir Kahraman Kovboy gibi "Şer üçgeni" diye tanımladığı Irak, İran ve Kuzey Kore'de aynı şekilde harekete geçmeyi tasarlıyor ve bunu açık açık da söylüyordu. Türkiye ABD'nin güvenilir dostu ve müttefiki idi. Ama sınırlarında bir savaş ve hele komşu Irak'ın bölünmesini katiyen istemiyordu. Başbakan Bülent Ecevit heybetli bir heyetle ABD'ye gitti. Dilinin döndüğü kadar düşündüklerini ev sahibine anlattı. Saddam'ın devrilmesi, yerine demokratik bir rejimin temelleri atılmadıkça tek başına hiçbir şey ifade etmezdi. Saddam gider yerine bir başka diktatör gelirdi. Irak'ın kendi bünyesinde demokratik bir hareketin yeşerip yerleşmesi için şartlar da pek müsait görünmüyordu. Şimdi durum hangi aşamadadır? Bilenimiz pek yoktur. Önümüzdeki haftlarda ABD Başkan yardımcısı Dick Cheney ve bazı önemli misafirler bekleniyor. Belki o zaman daha bir vuzuha varmak mümkün olacaktır. Şimdiden bilinmesi gereken şudur: Türkiye böyle bir silahlı müdahaleye taraftar değildir. Ayrıca bölgedeki diğer ülkelerin teokratik ve anti demokratik durumları dolayısı ile Irak rejiminin bu şekilde tasfiyesini kendileri bakımında sakıncalı görebilecekleri de unutulmamalıdır.. Ne olursa olsun Türkiye olarak bu konu gündemde kalacaktır. Ecevit'in ABD dönüşü zaten bu konu ile yatıp onunla kalkıyoruz.  Bir konunun iyi değerlendirilebilmesi için onun iyice bilinmesi veya bilinenin hatırlanması mutlak bir zorunluktur. Bu bakımdan hafıza tazelemek bakımından da olsa konuya izniniz ile eskilerden başlayarak girmek istiyorum. Irak oldum olasıya çalkantılı bir bölgededir.. Osmanlının bir problemli vilayeti idi. Oraya tayin edilen valiler ne yapar yapar bir fırsatını kollar, ikide bir Saraya baş kaldırırlardı. Tarihi her bakımdan gerçekten çok zengin ve gözde bir bölgemizdi. Tarihte eskiden, ünlü "Nabouchodosor" -bizim dilimizde- "Buhtunnasar" diye tanımlanırdı. Oraya daima en seçkin ve güçlü şahsiyetleri vali olarak gönderirdik. Sonraları yavaş yavaş ihmal edilmeye başlanmıştı. Sonunda meşhur Ziya Paşa oraya tayin edilerek -isminden galat- ilişkilere bir renk ve canlılık verilmek istendi. Bu atama, dilimizde bugünlere kadar sık sık kullanılan bir deyimi de beraberinde getirdi; "Zib-ü fer vermek için Devlet-i Buhtunnasara gitti Bağdat'a amma Bade Harabül Basara!.."  Evet Bağdat'a eski parıltısını verebilmek için Ziya Paşa gibi değerli valileri göndermekte geç kalmıştık!.. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra oraları Milli Mücadelemize esas olan "Misakı Milli" sınırları dışında kalarak kayboldu. Mısır örneğinde olduğu gibi elimizde sadece koçanı kaldı. Bu sefer koçan o tarihlerde eski dilde "Mim" diye okunan M harfinin simgelediği Musul Kerkük meselesi idi. Türklerin Türkmenlerin çoğunlukta olduğu bu bölgenin bizde mi yoksa İngiliz Mandasında mı kalacağı "Cemiyeti Akvam" tarafından mahallinde yapılacak bir halk oylaması ile belirlenecekti. Bunun ilginç bir öyküsü vardır. Halk Türkiye'yi istiyordu. Oylama yapılmaya vakit kalmadan İngilizlerin fendi, zamanın başbakanını yendi. Musul Kerkük elimizin altından kaydı gitti.. Irak, bu yönü ile geçmişte kaldı. Osmanlıya ihanet eden eski Hicaz valimiz Emir Hüseyin'in torunu Faysal, amcası Aptülilah, ve Başbakan Nuri Sait Paşa bize çok yaklaştılar. 1950'li yılların sonlarına doğru İran ve İngiltere'nin de katılımı ile ünlü Bağdat Paktı kuruldu. RCD örgütü bölgesel ekonomik gelişmeyi hedef aldı. Bölgede umut dolu güzel günler yaşanıyordu. 1958 yılının Temmuz ayında İstanbul'da Bağdat Paktı Zirvesi yapılacaktı. İran Şahı gelmiş, hava meydanında "Bağdat Üçlüsü"nü getirecek uçak bekleniyordu. Uçak yerine Irak'ta general Kasım'ın yaptığı bir darbede "Bağdat Üçlüsü" öldürüldüğü haberi geldi. Şaşkınlık büyük küçük herkesi sarmıştı. Bağdat Paktı'nın geriye kalan Üçlüsü yani Türkiye, İran ve İngiltere, ve hatta Gözlemci sıfatı ile Pakta dahil ABD, Irak'a bir askeri müdahaleye karar vermek üzere idiler ki, Sovyet Rusya'nın uyarısı ile akim kaldı. Sonradan Ürdün Kralı Hüseyin'in Türkiye ile ikili müdahale önerisi de gerçekleşemedi. O gün bugündür bu komşu ülke ile tabiatın bütün gerçeklerine rağmen bir türlü iyi bir komşuluk ve işbirliği ilişkileri kurulamadı. Kerkük-Yumurtalık boru hattı yapıldı. Fırat'ın suları Suriye üzerinden Irak'a cömertçe akıtıldı. Dicle ise zaten engelsiz doğrudan oraya akardı. Bir türlü yaranamadık.. Hükümetlerin yapamadığını şimdilerde sınır halkı kendiliğinden yapmaya çalışmaktadır. Bu konuya müsait bir zaman ve zeminde devam edebilmek umudu ile idrak etmekte olduğumuz Kurban Bayramını içtenlikle kutluyorum.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.