ABD Başkanı Bush'un Beyaz Saray'a geçişinden daha da doğrusu şu meşhur ve menfur 11 Eylül 2001 terör saldırısından bu yana tüm dünyada ABD'nin, ismi cismi daha da çok duyulur, hissedilir oldu. Beyaz Saray'dan, Pentagon'dan dalga dalga bir hiddet ve şiddet rüzgarı dünyayı sardı. Milletlerarası terör tarifi, buna karşı koruyucu savaşın hukukileştirilmesi süreci başladı. İlk hedef Üsame diye tanınan bir Arap teröristi hedef alıyordu. Sonraları yağ lekesi gibi yayıldı bütün İslama yaygınlaştı. El Kaide ve benzeri örgütlere, Taliban yönetimlerine ve daha da sonraları Afganistan, Irak, Suriye, İran, Sudan ve Kuzey Kore'ye kadar uzandı.. Afganistan'a müdahale, kılıfına uyduruldu. Uluslararası hukuka uygun biçimde yani BM Örgütü'nün kararı ile yapıldı. Bu çok zor ama müthiş bir müdahale idi. Taliban Hükümeti ve El Kaide örgütü çökertildi. Ölen öldü. Sağ kalanlardan büyük kısmı Afganistan'dan Kuba Adası'nda mülkiyeti ABD'ye ait olan Guantanenamo Askerî Üssü'ndeki karanlık zindan ve hapishanelerine tıkıldı. Burada henüz bir sorgulama ve yargılama süreci başlatılabilmiş değildir. Kimsenin oradan sağ çıkabileceği düşünülmüyor. Uluslararası haber ajansları intihar vakalarının aşırı ölçülere vardığını söylüyorlar. Her hal ve kârda ABD Afganistan'da kendisine tabi yerli bir hükümet kurabilmiş, asayişi de BM etiketi altında görev yapan koalisyon kuvvetlerine tevdi etmiştir. Türkiye de bir dönem bu kuvvetlerin komutanlığını yüklenmiş, çok şükür görevini kazasız bitirerek yurdumuza dönmüştür... Afganistan tekin yer değildir. İngilizler dayanamamış, Rus askeri beş altı yıldan fazla kalamamış, paçayı zor kurtarmıştır. Şimdi ABD usulü yönetim ne kadar sürebilir? Pek belli değildir. Afganistan harekatındaki başarısı ABD'ye güven vermiştir. Irak harekatına başlamak için BM kararına gerek duymamıştır. Fransa ve bazı AB ülkelerinin uyarılarına hiç aldırış etmemiştir. Afganistan olayını örnek sayarak Irak'a saldırmıştır. Saddam rejimini devirmek ve kitle imha silahlarını yok etmek için BM müfettişlerine değil sadece kendi istihbarat örgütlerinin iddialarına dayanarak havadan karadan müthiş bir sindirme hareketine başlamış ve Saddam'ın bertaraf edilmesinden sonra halkın ABD ve İngiliz askerlerine bir kurtarıcı olarak bakacağına inanmıştır. Her ikisinde de yanıldığını görmüştür. Savaş sonu savaş öncesinden çok daha kötü bir durum oluşturmuştur. Bir defa Bağdat'ta Afganistan'da olduğu gibi ABD dümen suyunda bir hükümet kurabilmenin ne kadar zor olduğu daha ilk denemelerde ortaya çıkmıştır. Bağdat'ta eski Babil'de olduğu gibi 6 değişik etnik grup, bir o kadar da dini inanç söz konusudur. Saddam'dan kurtulmak iyi ama bir yabancı devletin, -bu ABD dahi olsa- hükmüne girmek Iraklılara zor gelmektedir. Olaylar bu düşünceyi teyid etmektedir. Sonra yıkılan ve yakılanın yerine yeniden yapılanmak için Pentagon ricalinin öne sürdüğü petrol kuyularını işleterek gelirini kullanmak yöntemi kimseyi tatmin etmemiştir. Dünya kamuoyu İkinci Dünya Savaşı sonrasında başarı ile uygulanan Marshall Planı gibi bir şey bekliyordu. Bu olmadı. Şimdi Musul ve Kerkük petrollerinin gelirleri önceden ismen ayarlanmış ve hemen hepsi başkan yardımcısından, savunma bakanından başlayarak ABD ricaline nisbetleri herkes tarafından bilinen ABD şirketlerine dağıtılmış durumdadır. (Taşeronluk hizmetleri için Türk firmaları bu durumdan fazla etkilenmeyeceklerdir.) ABD Irak'tan sonra elinde yol haritası başka maceralara da hazırlanmakta idi. Irak, Başkan Bush'a aradığını verememiştir. Üstelik tek müttefiki İngiltere burada mandater devlet olarak Fransa'nın aksine hiç de sevimli bir hatıra bırakmamıştır. Başkan Bush için vakit çok daralmıştır. Seçimlerden önce bir İran veya Suriye macerası hayli riskli olacaktır. Kabil ile Babil'i birbirine karıştırmak pahalıya mal olabilir diyoruz.