Haziran da bir hay huyla geçti, Temmuz'un ikinci haftasındayız... Meclis tatile girdi ama millet, ne gerçek ne de mecazi anlamda, henüz tatil havasına girebilecek durumda değil!. Haftalardır, hatta aylardır Başbakan'ın esrarengiz hastalığı ile haşır neşir oluyoruz. Kimsenin doğru dürüst bir şey söylediği ve yaptığı yok. Hekimlerin durum ve tutumları tedaviye çalıştıkları hastalıktan daha esrarlı halini muhafaza ediyor. Tıbbiye'den mezun olurken üzerine yemin ettikleri Hipokrat'ın ruhu şimdilerde Başkent Hastanesi'nin üzerinde onları seyreder gibidir.. Hiç aklıma gelmezdi, ama eşinin dışında, Ecevit'e gerçekten üzülüyor ve acıyorum.. Erbabı ticaret ve sanayiin aristokrasisini oluşturan TÜSİAD gazetelere çarşaf çarşaf ilanlar vererek Başbakan'ın bir an önce çekilmesini talep ediyor. Siyasi istikrarsızlığın ekonomik alanda olumsuz etkilerinin bu yoldan kaldırılabileceğini umuyor. Türkiye Ticaret ve Sanayi Odaları ve Borsalar Birliği daha demokratik yoldan giderek genişletilmiş yönetim kurulu dilinden daha ince bir üslup ile aynı şeyi istiyor. Gazeteler haklı haksız feryat ediyor. Bütün bunlara rağmen sayın Başbakan inat ediyor. Hakkı da yok değildir. Başbakan'ın nasıl değiştirileceği Anayasa'da belirlenmiştir. Neden her şeyi yine ondan bekliyoruz? Anlamak mümkün değildir!. Andre Sigfried söylemiş: "Politikada durmasını bilen yoktur. Eğer bilen çıkarsa biliniz ki o politikaya henüz tam anlamıyla başlayabilmiş değildir!" Ecevit en eski ve kıdemli politikacımızdır. Siyasi kariyerinin en belirgin vasfı, Frenklerin dediği gibi "Spectaculaire" oluşudur. Ani ve şaşırtıcı karar ve tutumları ile ilgi ve dikkatleri üzerinde toplamak hünerine sahiptir. Bu sıkıntılı konuya nasıl devam edeceğimi düşünüyordum ki, TV haberlerinden kabotaj bayramını törenle kutlamakta olduğumuzu öğrendim. Kafamda bir şimşek çakar gibi oldu. Gayri ihtiyari "Bosphorus Strasse! Bosphorus Strasse!" diye mırıldandım! Bu, noktasına virgülüne kadar gerçek bir olaya çağrışım yapan bir kıvılcımın ilk işareti idi. Bu eski hikayedir, ama güncelliğini hâlâ muhafaza eder. Vakti ile Federal Almanya'dan teknik yardımın hibe faslından her sene bir miktar malzeme alırdık. Bazı uzmanlar da malzeme ile ülkemize kısa süreler için gelirdi. Bir ara İstanbul'un trafik sorunları Almanya'da gündeme gelmiş. Eyalet Polizei Praesident'i de bu işlerin uzmanı ve İçişleri Bakanı'nın da yakın arkadaşı imiş. Adamın bazı ailevi sorunları da varmış. Biraz İstanbul'da hem kafasını dinler hem de trafik sorununu bir yoluna koyar diye düşünülmüş, birkaç adet çok yönlü trafik işaret lambası ve beş on eski model telsizli trafik arabası ile beraber adamı İstanbul'a yollamışlar. Adam ne de olsa Alman. Gelmeden evvel incelemelerini yapmış. Haritalar çıkartmış. Boğaziçi'nin iki sahilinde denize müvazi açılan yolları ve kapasitesini hesaplamış, sonra da Boğazın her iki yakasındaki sıra sıra iskeleler arasında işlediği söylenen "Şirketi Hayriye" vapurlarını aramış. Ama bulamamış. Göreve başladığında gördüğü manzara on milyonluk İstanbul'da hâlâ Bizans izlerini taşıyan yamru yumru, inişli yokuşlu daracık yollarda sıkışıp kalan binlerce en büyük boydan lüks otomobiller ile Karadeniz'den Marmara'ya uzanan 22 kilometre uzunluğunda bomboş bir deniz yolu!.. Adam bu yola "Bosphorus Strasse" demiş. Neden boş olduğunu, niye sadece yabancı tanker ve şileplere terkedilmiş durumda olduğunu, boğaz halkını şehir merkezine taşıyan o küçük yolcu vapurlarının neden işletilmediğini önüne gelene sormuş ama kimseden akla ve sadra şifa bir cevap alamamış. "Efendim yolcu yeterli değil, herkes karayolunu tercih ediyor" türünden cevaplar almış. Şehrin bazı bölgelerinde özel araba yasağı konulmasını, buralarda sadece küçük otobüs ve minibüsler işletilmesini önermiş, gülmüşler! Boğaz üzerindeki o güzelim iskelelerden çoğunun kahvehane veya restoran meyhane yapıldığını görmüş, üzülmüş, Boğaz'ın karşılıklı iki sahili arasında -Rhein nehri üzerinde olduğu gibi- küçük arabalı vapur seferleri yapılmasını önermiş, "böylelikle her bakımdan tasarruf sağlarsınız hem de Boğaz yoluna kendiniz sahip çıkmış olursunuz" gibilerden nasihat kılıklı tavsiyelerde bulunmuş yine aldırış eden olmamış. İki köprü yapıldı. "Elimizdeki eski arabalı vapurları ne yapacağımızı bilemiyoruz!" diye cevap vermişler. Adam bakmış olacak gibi değil, zaten asabı bozuk, yorgun raporunu yazıp memleketine dönmüş. Durumu arkadaşı Federal İçişleri Bakanı sonradan en uzun süreli Dışişleri Bakanı olan Hans Dietrich Gencher'e de macerası ile anlatırken ikide bir, iki kolunu havaya kaldırarak "Bosphorus Strasse!. Bosphorus Strasse!" diye söylenmekte devam ediyormuş. İstanbul'un trafik sorununa yardımcı olmak ve biraz da dinlensin diye İstanbul'a gönderilen ünlü "Polizei Praesident"i bu sefer dinlenmek üzere kara ormanlarda özel bir dinlenme evine göndermişler! Şimdilerde nerelerde ve nicedir bilmiyorum. Bildiğim o canım Boğaziçi'nin bugünkü hali ve üç tarafı denizlerle çevrilmiş, dünyanın en uzun ve en güzel sahillerine sahip olan ülkemizde 36 bakanlığın yanı sıra hâlâ bir Denizcilik Bakanlığı'nın kurulamamış olduğudur!. Hükümetin hikmetinden sual olmaz diyerek bu haftaki yazımızı da noktalayalım.