Kadınlar Saltanatı mı? Yoksa "Made ın USA" bir Orta Doğu mu?

A -
A +

Bu sabah haftalık yazımı hazırlamak için bilgisayarımın başına oturdum. Niyetim yukarıdaki iki konudan birine dokunmaktı. Bizim Osmanlı döneminde olduğu gibi, dünyanın dört bir köşesinde bir ara bir "Saltanatı Nisvan" dönemi gelmiş geçmiştir. Yaşanmasını bilmem ama okunması, anlaşılması hem kolay hem de çok zevklidir. Çoğu Saray dekorlu, değişik kökenli bu tarihi olay ve anekdotların okunması zevklidir... Ben çok eskilere uzanmadan, yakınlardan Marie Antoinette'den Demir Lady Margareth Thatcher'den, Tansu Çiller'den şimdilerde Berlin'de Bundeskanzleramt'daki Başbakanlık koltuğuna oturmaya hazırlanan Doğu Berlinli Papazın kızı, fizik ustası, Kohl Çömezi Angela Merkel'i bilgisayarın ortasına alarak seçim kampanyasına ne için Türkiye ve Türkler aleyhinde bir tema alarak işlediğini soracak cevap alamasam bile bildiklerimden bir sonuç çıkarmaya çalışacaktım. Ama olmadı... Gözlerim yan köşede günlük haberleri vermeye başlayan bir TV ekranına kaydı. Beyaz Sarayın ünlü Oval Salonunda iki tanıdık adam gözlerimin içine bakarak bir acaip gülümser gibi idilerd!.. Dikkatim hayretle kol kola ekrana doğru kaydı. Bilgisayarı açık bırakıp TV ekranına daldım. İki adamdan biri Beyaz Evin ikinci dönem kirasını yenileyen Georges Bush... Ötekisi ise Irak Kürtlerinin biri Şii; öbürü Sünni olanından ikincisi idi. Mustafa Barzani şimdiye kadar hiç rastlamadığımız biçimde Peşmerge üniforması ve hatta belinde muhtemelen tabancası bile alınmadan Irak Kürdistan bayrağının yanında yer almış, TV kameralarının objektiflerine bakarak göz bebekleri fıldır fıldır bakarak konuşuyordu. Irak Kürtlerinin ikinci lideri, ise Şii Talabani Bağdat'ta yeni kuralan Irak Hükümetinin Devlet Başkanı koltuğunda muhtemelen aynı manzarayı izlemekte idi. İçim cız etti. Bu iki adam daha birkaç hafta öncesine kadar ceplerinde TC Diplomatik Pasaportu ile dünyayı dolaşabiliyorlardı. Tarih yanılgılarla doludur. Ama itiraf edelim ki bu konuda bizim kadar zengin, ama aynı zamanda bizim kadar cömert olana rastlamak imkansız denecek kadar zordur! *** Bir zamanlar, bir boş vaktimde İkinci Dünya Savaşı sonrasında Kuzey Irak'ı, Musul ve Kerkük'ü nasıl kaybettiğimizi yabancı kaynaklardan izlemiş ve özetini büyük bir günlük gazetemizde yayımlamıştım. Çok ilgi ve rağbet görmüştü... Şimdilerde hazırlamakta oluğum diplomasi adındaki kitaba ayrı bir ek olarak ilave etmeyi düşünüyorum. Bakalım kısmet olacak mı? Musul Anlaşması 1925 yılında yeni T.C. Hükümetinin en genç üyesi Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras tarafından imzalanmıştı. O tarihlerde Türkiye'nin en büyük siyasi hedefi Osmanlı İmparatorluğunun yerine kurulan Türkiye Cumhuriyetinin diğer büyük devletler tarafından bir an önce tanınmasını sağlamaktı. Bu da Lozan Andlaşmasının yürürlüğe girmesi ile mümkün olabilirdi!.. Ne ise konuyu bu haftalık burada kesilim. Yoksa lafın önünü alamayacağız! Son söz olarak müsaadenizle şunu da ifade edelim ki, kimilerinin hayal ve tasavvur ettiği gibi "Maden in USA" logolu yeni bir Orta Doğunun sağlıklı bir şekilde yaşatılabilmesi imkanları oraları en iyi bilen, tarihte defalarca denemiş bir gerçek dost sıfatı ile tekrarlayalım ki yok denecek kadar azdır!.. *** Eski bir Türk deyimine göre Bağdat'ın güzelliğine, çekiliğine dayanmak zormuş... Şimdi Bağdat Caddesinin bir köşesinde bir çeşme varmış... Adına hâlâ "Ayrılık Çeşmesi" denilir. Eskiden Bağdat'a gidenler uğurlayıcıları ile orada vedalaşırlarmış!.. Bağdat'a gidenler de neden ise hep iki atla yola çıkarlarmış... Birinci at gitmek, ikincisini ise dönmek için kullanırlarmış!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.