Kemal Derviş ve politika

A -
A +

Kemal Derviş'in şu sıralarda Amerika'daki işini gücünü, rahatını bırakıp Türkiye'ye çıkıp gelivermesi önce memleket, sonra da teker teker hepimiz için bir şanstı. Biraz hayret, biraz da merak ve tecessüs karışımı bu şansı ne bizler gereği gibi kullanabildik, ne de kendisi Türkiye'nin içinde bulunduğu koşullarda bunun önemini ve değerini tam anlamı ile kavrayabildi. Bir defa her fırsatta Ekonomiyi Politikadan ayıracağını tekrarlayıp, üzerinde bu kadar durması bence bir hata idi. "Telmih" gölgesi ile bazı çevreleri rahatsız etti. Bunun hele hele günlük yaşantımızda en çarpıcı örneklerini izlemekte olduğumuz şu sıralarda Derviş tarafından değişik bir tatlı üslub ile de olsa, Yargı dahil, bir çoklarımızın kafasını karıştırmakta devam ediyor!..  Ekonomiyi Politikadan ayrı mütalaa etmenin mümkün olmadığını Kemal Derviş mutlaka bizlerden çok daha iyi bilmekte idi. Ama sanırım onun söylemek istediği, daha başka bir şeydi. Ekonomi ve Politika'dan birinin, ötekinin sırtına binerek çıkar sağlamak alışkanlığının kökünden kazınması gereğini kast ediyor olmalı idi!.. Bu anlamda onunla mutabık olmamak mümkün değildir. Derviş gibi bir adam bilmez mi idi ki bu iki kavram etle kemik gibi birbirinden ayrılamazlar? Biri ötekinin tamamlayıcısı, dolayısı ile bir BÜTÜN'dür. Yakın zamanlara kadar Üniversitelerde bizlere bu dersi "Economie Politique" diye okuturlardı! Amerikalılar Çin'den ithal ettikleri Econometrie'yi keşfettikten sonra işler değişti. Artık şimdilerde olanlar oldu. İçinde bulunduğumuz kriz, Cumhuriyet tarihinde görülmemiş en had safhada "Ekonomiko-Politik" bir hastalık olarak giderek kanser gibi yaygınlaştı. Kanserde olduğu gibi iki türlü tedavisi vardır: Ya şimdi bizim yapmakta olduğumuz gibi Aspirin-Kinin biraz da vitamin karışımı bir ilaç kullanacak, ağrıyı sızıyı bir süre azaltmakla iktifa edeceksin, yahut usta bir cerrahın neşteri ile asıl yaraya el atacak, varsa eğer tümörü kökünden kazıyacaksın! Bana kalırsa Derviş elinde neşterle geldi. Ama kullanmaya şimdilik cesaret edemedi. Sünnetçinin usturası gibi elinin arkasında saklıyor olmalıdır.  Kim ne derse desin vakamızda tümör iç ve özellikle dış borçlardır. Borcun borçla ödenmesi sık görülen bir haldir ama sağlıklı bir hal tarzı değildir. Borçlu, zamanında ödemeyi kabul ediyorsa, bu borçlunun bir daha borçlanmayacağı anlamına gelmez. Tam tersine ileride daha çok borçlanabilmek niyetinden kaynaklanır. Bu bakımdan hem alanı hem vereni rahatlatacak bir çözüm araştırılması gerekir. Kemal Derviş bu konuya dokunmaktan korktu. Belki ileride daha müsait bir zamanı bekliyor da olabilir. Konsolidasyon gibi hem alacaklıyı boş yere ürkütecek hem borçluyu üzecek kavramlar üzerinde oyalanmayalım artık vakit çok geç!. Sadece "Borçlarımızın zaman içinde yayılarak ödemelerin daha güvenceli ve rahat bir şekilde yapılmasını denemek de mümkün olabilirdi diye düşünüyorum.. Bu 1958-59 programında denenmiş, hem borçlu hem alacaklı için bir rahatlık sağlamıştır. Cumhuriyet tarihinde şahsen birkaç istikrar programı gördüm. En başarılısı 4 Ağustos 1958'de yapılanı idi. Ardından 27 Mayıs olayı çıkmasa idi, bugün ekonomik bakımdan da çok ilerilerde olurduk kanısındayım. Önce devalüasyon yapıldı. Sonra Türkiye'nin ABD dahil 16 OECD ülkesine olan ödenmemiş ticari borçları küçük bir gecikme faiziyle ve devlet garantisi ve bir esnek kronolojik sıra ile 12 yıla yayılmasını öngören 11 Mayıs 1959 tarihinde Paris'te Chateau de La Muette de imzalandı. Yan yollardan mükerrer ödemeler düşüldü. Borç yarıya yakın azaldı. Devlet güvencesine kavuşan ticari borçlar karşılığında alacaklı devletlerden aynı miktarlarda yeni ve bağlantısız devlet kredileri sağlandı. Bu anlaşmalar sonuna kadar hiç aksatılmadan uygulandı, tamamlandı, tarihe mal oldu. Belgelerin altında alacaklı devletlerden herbirinin teker teker yetkili imzaları vardı. Karşısında da Türkiye Cumhuriyeti adına bu satırları sizlere sunmakta olan naçiz kişinin imzası vardı! Başkanlık ettiğim heyet üyelerinden vefat eden Naim Talu, Tevfik Saracoğlu, M. Ali Tiney ve diğerlerini rahmet ve saygı ile anıyorum. Allah uzun ömürler versin yaşayanlardan Kemal Cantürk ile Türkiye Gazetesi sütunlarında rastlaşıyoruz. Sekiz ay süre ile bizzat müzakere ettiğim Paris 11 Mayıs 1959 Konsolidasyon anlaşması ile şimdi emeklilik günlerimde zaman zaman öğünmek durumunda kaldı isem sevgili okuyucularım lütfen hoş görsünler!.  Her zaman rahmetle andığım Fatin Rüştü Zorlu beni sonuna kadar destekledi. "Müzakerelerde sakın komplekse kapılma, Borçlu devlet alacaklı olandan daima daha güçlüdür!.. demişti. Gerçekten de doğru idi. Kemal Derviş'in niye önce devalüasyon'u denememiş olduğunu, tam olarak anlayabilmiş değilim. Elbette bir bildiği vardı ki öyle yaptı diye düşünüyorum.. Kimileri onu "Amerika'dan gelen yahut gönderilen adam" olarak kendisine ve/veya partisine rakip gördü.. Kimi başkaları ise kendi hayat alanının daralmasından ve hatta kaybolmasından korktu.. Bu yüzden adamcağızı orasından burasından evirip çevirip gagalamaya kalktık.. Şaşkına döndürdük, daha doğrusu kendimize benzettik!... Halbuki en olumsuz şartlara karşın iyimser ve olumlu havasını kaybetmeyen güler yüzlü güzel bir adamdı. Önceki gün onu çok uzun süren Bakanlar Kurulu, ardından liderler toplantısından çıkarken ekranlarda seyrettim. İnanın içim burkuldu. Adam böylesine tartaklanmayı hak etmemişti. Bir an için bana öyle geldi ki, geldiğine geleceğine bin pişman çekip geldiği yerlere gidecek!. Bunun sorumlusu kim olur diye düşündüm. Karşıma sorumluların hepsi birden çıktı! Hangi ölçekle ölçerseniz ölçün sorumlular arasında en sorumlusunu aradım. Aradığımı en önde ve başta yazılı, sözlü, görüntülü medya araçları arasında bulur gibi oldum. Öylesine üzerine düştüler ki!.. Sorumlular arasında bizzat Derviş de vardı!.. Ne vardı sanki bu kadar etrafa Atkinson kokulu hava basacak? Sağa sola yukardan bakacak? Sabahları daha şafak sökmeden kerli ferli üst düzey bürokratları mahmur mahmur etrafına toplayarak Staff-Meeting'ler yapacak? Sırası mı idi ki, hükümetin içindeki 34 bakandan sadece biri olduğunu unutup sağındakilere solundakilere IMF-Dünya Bankası şarkıları söyleyecek? Hepsine birden ekonomi dersi vermek şart mı idi? Onlar bilmiyorlar mı idi sanki? Sonra bayram değil seyran değil, sırası mı idi senin Sosyal Demokrat eğilimli olduğunu açıklayacak? Üç ayağı birden ağrıyan romatizmalı bir koalisyon hükümetinde dördüncü ortak havalarına girmek? Diğer üçünün hepsini birden kuşkulandırmak? İşte olanlar bu yüzden oldu diye üzülüyorum. Umarım vakit henüz çok geç değildir. Derviş'in inancı gibi bünyesi de kuvvetli olur derler... Bu vartayı da inşallah hep birlikte atlatırız!.. Düzlüğe çıkıp kozlarımızı seçim meydanlarında paylaşırız. Bakın Ecevit'in üç başlı TR. 57 plaka numaralı Troykası maşallah üçüncü yılına basmış bile bu bir harika olay ve rekordur.. Not: Bu yazı iç borçlarda "Takas" döneminden önce kaleme alınmıştır.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.