Bu hafta yazılacak pek çok konu vardı. Ama başlıktakini, hem Türkiye hem KKTC ve vatandaşları bakımından büyük önemi ve tarihi güncelliği dolayısı ile yine öne almak gerekti. Kıbrıs Adası'nın 1517'lerde Osmanlılar tarafından zaptından bu yana geçirdiği macerayı bilmeyenimiz yoktur. 1950'li yılların sonları Ada'da yaşayan Türk ve Rum halkın kavgaları Türkiye ile komşu Yunanistan'ı yeni bir savaşın eşiğine kadar getirmişti. Sonunda iki ülkeyi yönetenlerin başbakan ve dışişleri bakanları Zürich'te bir araya geldiler. Uzun müzakereler sonunda Kıbrıs'ta Rum ve Türkler'den oluşacak bir devlet kurdular. Yanlarına o tarihe kadar Ada'yı Osmanlı'nın kiracısı olarak yöneten İngiltere'yi de alarak bu anlaşmanın devamını garantör sıfatı ile güvenceye aldılar. Zürich ve Londra anlaşmaları sadece bir "İşlevsel Federasyon"du. Devlet başkanı Rum olacak yardımcısı veto hakkına sahip bir Türk olacaktı. Amme görevleri de aynı sistemle yürütülecekti. Sistemin yürümeyeceği başından belli idi. Ama anlaşmayı yapan Türk ve Yunan devlet adamları bölgede Türkiye ile Yunanistan'ın her alanda iş birliği yapmak zorunda olduklarına inanmışladı. Mademki bu sistemin garantörleri idiler herhangi bir anlaşmazlık olduğunda müdahale edebilirlerdi. Buna rağmen iki defa, 1963'te ve 1967'de Ada Türkleri imha edilmek tehlikesi ile karşılaştı. Birincisi 27 Mayıs müdahalesinin siyasi sarsıntısından henüz tam olarak kurtulamadığımız bir döneme rastladı. Bir şey yapamadık. Üstelik BMGK kaşla göz arasında sanki BM "nüfus kütüğüne" kayıtlı bir Zürich anlaşması mevcut değilmiş gibi Makarios yönetimini Kıbrıs Adası'nın tek ve meşru hükümeti olarak tanımaya başladı. 1974 tarihinde nihayet Türkiye garantörlük görevini yerine getirerek Ada'da Barış Harekâtı'nı başlattı. Ada Kuzey ve Güney diye ikiye ayrıldı. Yazık ki bu harekât en olmadık bir anda ABD'nin baskısı ile bugünkü sınırda kaldı. Türk halkı KKTC adı altında kurulan ve yazık ki TC'den başkası tarafından tanınmayan bir yönetim altında Türkiye'nin maddi ve manevi yardımları ile tam otuz yıl yaşadı. Buraya kadar yazdıklarımız malumu ilan cinsinden geçmişi hatırlatmaktan ibarettir. Ama bugün varılan noktayı aydınlatmak bakımından özetlenmesi mutlaka gerekli idi. *** Şimdilerde Kıbrıs meselesini adaletli ve kalıcı bir çözüme bağlamanın tam sırası idi. Politika fırsatlardan istifade etmek sanatıdır derler. Fırsat hem Kıbrıs Türkleri ve Rumları, hem Türkiye ile Yunanistan için eş zamanlı ve geçerli idi. New York ve Bürgenstock'da Annan Planı en üst düzey yetkili temsilciler arasında uzun uzun müzakere edildi. Her iki taraf da tam tatmin olmuş değildi. Buna rağmen her iki taraf (Aslında buna ikişerden dört taraf demek daha uygun olur) ellerinde sonuncu ANNAN belgesini "AD-REFERANDUM" olarak koltuklarının altına alarak ülkelerine döndüler. *** AD-referandumun gereği bizde tam anlamı ile yapıldı. MGK'da görüşüldü. TBMM'de tartışıldı. MGK kararı şahsen benim beklediğim değildi. Daha cesaretli olabilirdi. Hani "Benim sayım suyum yok!" der gibi bir şeydi. Sorumluluğu hükümete bırakıyordu. KKTC hükümeti ile AKP hükümeti konuyu referanduma götürmeyi kabul ettiler. Hayırlısı olsun inşallah sonuç evet çıkacaktır. Şahsen, Sayın Denktaş'ın da sonunda evet diyeceği kanaat ve umudundayım. Uluslararası ilişkilerde taraflardan birinin tam olarak kazanması diye bir şey yoktur. Başarı, karşılıklı çıkarların mümkün olan en adaletli ve dengeli bir noktada buluşturulması önemlidir. Bu bakımdan Annan anlaşması Zürich ve Londra anlaşmalarından bile bize göre daha avantajlıdır. Mesele bu avantajları uygulama sırasında "Yıpranma" yolu ile kaybetmemektedir. Yani sistem tamamen yerleşinceye kadar dikkati ve teyakkuzu elden bırakmamak gerekecektir. *** Denktaş'ın kırk yıllık büyük hizmeti unutulamaz. Bugünkü sonuç inanıyorum ki ileride daha gerçekçi bir başarı olarak tanımlanacaktır. O zaman da Denktaş yine bir kahraman devlet adamı olarak anılacaktır. Ada'nın Rum kesiminde referanduma hayır oylarının üstünlüğü bize ne kazandıracak ne kaybettirecektir. *** Menderes-Zorlu ve Karamanlis-Averof dörtlüsü yaptıkları Zürich ve Londra anlaşmalarının iki devlet arasında barış, iş birliği konularında zorlayıcı bir yükümlülükler manzumesi oluşturacağına içtenlikle inanıyorlardı. Yazık ki, bizdekilerin ömrü vefa etmedi. Zaten sonuç da beklenenin tersi oldu. Ama bu sefer birinin yeğeni Kostas Karamanlis ile kendisini Menderes'in halefi sayan R. Tayyip Erdoğan yan yana geldiler. Umarım bu tamamlanmamış örnekten faydalanmasını bilecekler, yalnız Kıbrıs meselesinin değil Türkiye ve Yunanistan arasında yıllar yılı boş yere gündemi işgal eden ufak tefek, çoğu sun'i meseleler de kendiliğinden bir çözüm yoluna girecektir! KKTC vatandaşı olsa idim referandumda EVET oyu verirdim.