Kuzey Irak, halen Irak'ın, görünmez ama hukuki bütünlüğü içinde bir "No maris land" "kimsenin malı olmayan bir bölge" durumundadır. İçinde, aralarında ikiye bölünmüş, Kürtler vardır. Türkler, Türkmenler vardır. Bölük pörçük Araplar Nasturiler, hatta Hıristiyanlar ve Şii İranlılar vardır!. Aslına bakarsanız Irak halkının büyük çoğunluğu Şii'dir. Başta Saddam Hüseyin olmak üzere yöneticiler ise genelde, Sünni, Müslümandır. Bölgenin diğer bir ülkesi Suriye'de ise tam tersine, halkın çoğunluğu Sünni, yöneticileri ise başta Hafız Esat sülalesi olmak üzere, çoğunlukla Şiidir. Hasılı bu yöreler eski Babil Kulesi'ni andıran hali ile Ortadoğu'nun çeşitli dillere dinlere mensup insanların bir arada yaşadığı bir çelişkiler bölgesidir!. 1991 çöl fırtınasından bu yana bu bölgenin Türkiye'ye açılan kapıları Türk askerinin kontrolü ve koruması altındadır. Zira PKK eşkıyası çoğu kez buralardan sızar, sıkıştığı zamanlar ise bu kapılardan kolayca kaçardı. On yıl önceleri Shwarzkopf adında Alman kökenli bir Amerikan generalinin komutasında karma karışık bir koalisyon ordusunun başlattığı bu çöl fırtınası, Kuveyt'i işgal eden Saddam ordularını hem oradan kovaladı hem de Kuzey Irak bölgesindeki fiili hakimiyetini askıya aldı. Bölgedeki petrol kaynakları hukuki olarak Irak'ta kalmakla beraber Kuzey Irak başı boş kaldı. Siyaset boşluğu kaldırmaz. Sınırdaki Çekiç Güç'e rağmen oraları adeta, Barzani ve Talabani'ye bağlı Kürtlere kalır gibi oldu. O gün bugündür Türk ordusu Kuzey Irak'ın Türkiye'ye açılan kapılarını hem içerden hem dışardan kontrol altında tutmaktadır. Orada Türkiye'nin icazeti ile konuşlandırılmış bir de ABD'nin "Çelik Gücü" vardır. Görev süresi her altı ayda bir uzatıla uzatıla bugünlere kadar gelinmiştir!.. Şimdilerde durum eskisinden çok daha değişik ve tehlikelidir. Bölgede ABD ve Başkan Bush, Irak'ta yeni bir savaşı başlatmak üzeredir. Ama bu sefer 1991'deki kalabalık koalisyon yoktur. Sadece Anglo-Sakson, dayanışması yolundan İngiltere ve onun etkisi ile AB'nin yarım porsiyon katkısı sağlanabilmiştir. Batı dünyasını 50 yıldan fazladır korumayı başarmış olan NATO örgütü muhtemel bir Irak savaşında gerektiğinde tehdit altında kalabilecek bir üyesi, Türkiye lehine işletilmesi beklenilen ünlü 4. maddesi üzerinde yapılan bir "laboratuvar testi" örgütün Fransa-Almanya-Belçika bölümünde bir arızanın varlığını ortaya çıkarmıştır. Bu hali ile NATO, daha ne kadar ve nasıl devam edebilir? Bunu birlikte göreceğiz. Fransa ve Almanya, tam 40 yıl önce De Gaulle-Adenauer tarafından imzalanan Elysee Anlaşması'nın muaşaka sarhoşluğu içindedir. 1900'lerde yaşadıkları iki sıcak bir soğuk üç savaş dönemini çabuk unutmuşa benziyorlar. Bu halleri ile hem AB, hem BM örgütü içinde ABD'ye karşı bir cephe almış gibidir. Bu arada çıkarcı Belçika'nın tutumunu ciddiye almıyorum. Dünya tarihi, geçmişten ibret alamayanların feryatları ile doludur. Bu tutumları ile tasarlanan Irak harekatının kilit noktasında bulunan ve aslında bölgede her türlü savaşa kesinlikle karşı olan, son ana kadar da karşı koymaya çalışan Türkiye'ye değil, Avrupa'nın savunmasında şimdiye kadar fevkalade etkili olan NATO'ya, dolayısı ile kendilerine telafisi zor bir zarar vermişlerdir. Türkiye, ABD'nin ağır baskısı altında, seke seke ve istemeye istemeye Bush'un kafasına yerleştirdiği bir savaşın eşiğine, hatta bir bakıma dolaylı olarak içine kadar itilmek durumunda kalmıştır. Hükümetimiz fevkalade tedbirli, temkinli davranmaktadır. Ankara'da müzakereler bu yüzden ABD'nin istediği süratte ilerleyemiyorsa sebebi budur.. ABD'nin Türkiye'deki bazı liman ve üslerden faydalanabilmesi için gerekli izin TBMM'den alınmıştır. Ötesi çaresiz BM'nin, daha sonra da Parlamentomuzun müteakip kararlarını bekleyecektir. Türkiye bir hukuk devletidir. Hukukta bir kaide vardır. Kanunsuz suç, yargısız infaz olmaz der. Bu, uluslararası hukukta da geçerlidir. Türkiye katkısının tüm şartları değerli diplomatlarımız ve askeri kurmaylarımız tarafından inceden inceye tartışılmakta ve hemen her konuda mutabakatlar yazılı olarak tespit edilmektedir. Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş.. 1991 çöl fırtınası macerasında iyi niyetli katkımızın karşılığı hâlâ açıktadır!. ABD yetkilileri ile halen Ankara'da sürdürülmekte olan görüşmelerde henüz tam bir vuzuha kavuşmamış noktalar vardır ki, kanımca tam bir açıklığa kavuşturulmasında her bakımdan faydalar vardır. Örneğin, Türk askeri Kuzey Irak'a savaşmak için gitmemektedir. Dolayısı ile ABD komutasına bağlı olması düşünülmemelidir. Görevi ayrıdır. Savaş için gitmiyor ama bölgenin durumu özellikle Barzani ve Talabani veya diğerlerinin muhtemel provokasyonlarına her an mukabele etmek ve bunda sonuna kadar gitmek durumunda kalabiliriz. Bölgede 5000 kadar silahlı PKK mensubunun hazırlık içinde bulunduğu söyleniyor. Barzani'nin kısa süre önce Kuzey Irak'a girebilecek olan Türk askerleri hakkında söyledikleri hafızalardadır! Tedbirli olmak zorundayız. Bir başka konu da oradaki ABD'de yetiştirilmiş Peşmergelerin durum ve tutumları ile ilgilidir. Bu her zaman dikkat ve teyakkuz gerektirir!. Sonuç olarak söylenebilecek şudur: Türkiye, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana en tehlikeli bir dönemden geçmektedir. Her türlü siyasi görüş ve inanç ayrılıklarından tamamen sıyrılarak TBMM, hükümet ve ordumuzun arkasında sonuna kadar kilitlenmekte sayılamayacak kadar faydalar vardır. Kurban Bayramı'nız kutlu olsun efendim!..