Cinayetin menfur olmayanı yoktur. Geçen Cumartesi günü, İstanbul'un en kalabalık semti Eyüp'te bir kabristan ziyareti sırasında gözde ve güzide bir Türk işadamının hunharca öldürülüvermesi kamuoyunda büyük nefretle karşılandı. Türkiye'nin iç ve dış güvene, özellikle içinde bulunduğumuz ekonomik ve mali bunalımda, her alanda kredibiliteye, saygınlığa en ziyade ihtiyaç duyduğumuz bir sırada ve ortamda, iyi adı sanı ve dürüst kişiliği sınırlarımızdan bile taşmış olan bir işadamının bu kadar kolaylıkla öldürülebilmesi düşündürücüdür. Olayı izleyen dakika ve saatlerde kalabalık bir güvenlik ve gazeteci medya mensuplarının Eyüp'te toplanıvermeleri, doğaldır. Ancak sızan veya sızdırılan, toplanan, kotarılan haber ve duyum enflasyonu, olayı aydınlatmaktan ziyade büsbütün içinden çıkılmaz bir hale sokmuş, gazeteler manşet, sürmanşet haberler yayımlamışlar. TVLer programlarını keserek flaş yayımlar yapmışlardır. Kamuoyunda ilk izlenim, katil veya katillerin hâlâ yakalanamamış olmasının meydana getirdiği bir hayal kırıklığıdır. İkinci izlenim de yanlış olmasını temenni ettiğimiz, yakın geçmişte "faili meçhul" olaylara yapılan çağrışımlardır. Bu izlenimleri düzeltmenin tek yolu bu menfur cinayetin en kısa zamanda açıklığa kavuşturulmasından geçer. Bunu bekliyoruz.. Olayın ön plana çıkardığı bir başka unsur kamuoyundaki güven unsurudur. Daha güvenli ve güvenceli bir ortamda yaşamak özlemindeki herkes için bunun da doğal sayılması gerekir. Gerçekten ülke ve millet olarak bugün haketmediğimiz bir bunalım içinde bulunuyorsak, şartlarını nasıl yerine getireceğimizi ince eleyip sık dokumadan uluslararası kurum ve kuruluşlarla anlaşmaları kolayca imzalayabiliyorsak, ülkemizde yaşayan insanların en doğal hakları olan can ve mal güvenlikleri hakkında da aynı güvenceyi vermemiz doğaldır. Gerçekten bugün sadece ekonomik ve mali konularda değil hemen her alanda sıkıntılı bir dönemde bulunuyorsak, aynı hükümeti oluşturan siyasi partilerimiz arasında bile atışmalara varan tartışmalar oluyorsa, bunun günahını geçmiş hükümetlerde aramak, suçu başkalarına yüklemek hiçbir şeyi halletmez. Bu gibi bunalımlarda çare demokraside aranır. Tek çare ise milletin seçtiklerinin yine millete dönerek seçimleri yenilemektir. Ama bugünkü şartllar altında ne koalisyon hükümetinin, hatta ne de muhalefet partileri mensuplarının kolaylıkla evet demeleri hemen hemen imkansız gibi görünüyor. Seçime gidip de geri gelememek korkusu ortalığı sarmış görünmektedir. Hükümet, IMF ve Dünya Bankası'ndan ve diğer mali kuruluşlardan üç beş milyar kredi alabilmek için istenilen bütün güvenceleri veriyor, üstelik artık mahalle pazarlarında bile dolara bağlanmış olarak işlem gören Türk Lirası'na eski güvenini kazandırmak için Sayın Başbakanımızın ağzından "Türk lirasını koruyalım" kampanyaları gibi ilimden, bilimden, deneyimden yoksun girişimler başlatıyor. AB katılım müzakerelerini kolaylaştırmak amacı ile TBMM on günde onbeş uyum kanunu çıkardı. Ama arkası asıl Eylül'de gelecek. Anayasa tadilleri tartışılacaktır. Bunlar çok nazik ve dolayısı ile kendi mihver ve mihrakından kolayca saptırılabilecek nitelik taşırlar. Aslında bizzat kendimizin yapmamız gerekenleri sanki başkaları istiyor da ondan yapıyormuşuz gibi bir izlenim veriyoruz, ki yanlıştır. Değerli bir işadamımızın, Üzeyir Garih'in hunharca katlinden bahsediyorduk ki konuyu istemeyerek dağıttık. Özür dilerim. Üzeyir beyi çok eskilerden tanırım. Salı günü toprağa verildi. Toprağı bol olsun. Musevi idi. Ama Türk olması önde gelirdi. Arada bir rastlaşır ve her zaman bu konuşmalardan ikimiz de memnun ayrılırdık. Bir defasında yemekli bir davette idik. Yan yana düşmüştük. Onur misafiri Sayın Demirel idi. Önünde mikrofon, konuşuyordu. Bir ara Üzeyir beye baktım her iki elinde bir kalem, kağıda iki eli ile birden bir şeyler karalıyordu. Dikkat ettim iki kafa çizmiş, birisi benimkine benziyor ama ikincisinde hiç kuşku yok Sayın Demirel çıkıyordu. Belli ki onun üzerinde bir hayli tecrübe kazanmış. Beni şaşırtan iki elini de aynı zamanda kullanarak bir resim yapabilmesi idi. Bir hatıra olarak istedim. Önce verecek gibi yaptı sonra bilmiyorum ne düşündü. "Ne olur ne olmaz..." diyerek minnacık parçalara ayırarak cebine yerleştirdi. Türktü. Bununla iftihar ederdi. Ülkesinde çok hayırlı işler yaptı. Yaşasa idi daha da fazlasını yapacaktı. Üzeyir Garih'i bu duygularla anıyor, kederli ailesine ve bütün Türk iş alemine baş sağlığı dileklerimi sunuyorum.