Takvimde yeni bir bin yıllık dönemin beşinci yılındayız!.. 2005 yılının hepiniz için, tüm insanlık âlemi için hayırlı olmasını dileyerek yılın ilk haftasına başlıyoruz. Kendi kendime söz vermiştim: Bir süre ne Avrupa'dan, ne birliğinden, ne de dertlerinden söz etmeyecektim. Kırk yıldan beridir içinde ve ta ortasında bulunduğum bu konudan artık bana bile gına gelmişti. Türkiye'ye katılım müzakerelerinin dar kapısını aralayan, ama yine de yolumuza sinsi sinsi tuzaklar, mayınlar yerleştirmiş olan 17 Aralık 2004 kararları bizim için bir başarı mı idi? Kimileri evet dediler, yapanları övdüler, bayram ettiler... Kimi başkaları ise hayır dediler, yapanları yerdiler. Bütün meslek hayatını konunun içinde yaşayan yazarınız ise " evet"e daha yakın orta yerlerden birindedir. Nedeni şudur: Eğer AB gerçekten belirli bir Ekonomik-Politik ve aynı zamanda stratejik bir toplum oluşturabilecek ise Türkiye bunun içinde olmalıdır! Bunun için de önüne çıkarılan Kıbrıs, Lozan dışı azınlıklar, ekümenik Patrikhane, sınır aşan sular ve nihayet Brüksel-Diyarbakır hattı türünden küstahlık ölçülerine varan şımarıklıkların öncelikle ve acilen mutlaka ama mutlaka önceden bertaraf edilmesi bizim için "Olmazsa olmaz!" bir şart sayılmalıdır!... *** Lozan'da ehali mübadelesi anlaşması hazırlanırken kurnaz Venizelos, konferans koridorlarında dürüst karakterli, iyi niyetli İsmet Paşa'nın koluna girip anlaşmanın 36-40'ıncı maddelerinde yazılı ve her iki ülkede kalacak Türk ve Rum azınlıklarının eşit şartlarını hükme bağlayan maddeleri metnindeki "Türk" tanımlamasını sadece "Müslüman" diye yazdırmak beceresini göstermişti. Sebep olarak "Tük yazarsak, orada Bulgarlar da var, onlar da aynı haklardan faydalanmak isterler!.." demişti. Sonuç bugün bellidir!!. *** Fırat ve Dicle konusu bizim için hayat memat konusudur. Sınır aşan sular meselesi dünyanın her yerinde vardır. Hiçbiri çözüme bağlanabilmiş değildir. Kabul edilen gerçek kaynak ülkenin öncelik hakkıdır. Ancak her konuda olduğu gibi bir hakkın kötüye kullanılması caiz sayılmaz ki biz bunu hiçbir zaman yapmadık!.. Birinci Dünya Savaşı sonlarına kadar her iki nehrin kaynağı da mansabı da elimizde idi. Mesele yoktu. Suriye ve Irak çeyrek asırdan fazla bir zaman biri, Fransız, öbürü İngiliz mandası altında kaldı. Sonraları istiklallerine kavuştuktan ve hele her iki ülkede BAAS damgalı rejimler iş başına geldikten sonra mesele değişti. Sağdan soldan çirkin çığlıklar gelmeye başladı. Bizden çıkan iki nehir de ülkenin ziraate elverişli bölgelerinin uzağından geçiyordu. Barajlar inşa ederek "Uzağı yakına çekmek" gerekti. Barajlar programını daha çok genç bürokratlık dönemlerinde henüz Devlet Su İşleri Genel Müdürü iken dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel başlattı. Allah razı olsun, çok güçlüklerle karşılaştı ve sınır ötesi ülkeleri barajların su toplaması dönemlerinde bile sudan mahrum etmedik. AB için sular kaydını ve şartını kabul etmemizin telafisi mümkün olmayacak zararlara sebep olacağını yakından bildiğim için yazıyorum. TC hükümetlerinin sınır aşan sular konusunda bütün ilgili makam ve birimlerin katılması ile hariciyede hazırlanmış, imzalı bir programı vardır. Mutlaka bilinir ama huy canın altındadır, hatırlatmaktan geri kalamadım. Sebebi Sayın Başbakanımızın Brüksel dönüşü ayağının tozu ile Suriye'ye bir "Aile ziyareti" yapmasının ve ayak üstü bahşiş verir gibi Suriye'ye daha fazla su ikramında bulunmasının sebebini pek anlayamamış olmamdır!.. *** Suriye, kendisinden kaynaklanan ve Türkiye'den akan iki nehrin akış rotasını değiştirmiş, Asi ve Afrin sularının bize olan yolunu kesmiştir. Her seferinde hatırlatırız. Anlayıştan uzak bir tebessümle mukabele ederler. Hatay "İrredenta"sı ise sinirlerimizi yorar. PKK 'nın temerküz ve talim kampları orada idi. Rehberi APO ise şeref misafirleri idi. Başkan baba Esad tecahülden gelir aksine hepsini beslerdi. Bizim ünlü "Encümeni Daniş"de tam karşımda oturan sevimli ve genç bir orgeneral dostum vardır. Az konuşur, ama konuştuğu ses çıkarır. Kara Kuvvetleri Komutanı olduğu sıralarda sevgili Atilla Paşam bir gün dayanamamış, sınır yakınlarında komşularımıza kısa bir uyarıda bulunmuştu. PKK'nın Suriye'den çıkarılması, APO'nun palas pandıras yurt dışına çıkarılarak Afrika'nın bilmem hangi ülkesindeki Yunan sefarethanesinde yakalanarak İmralı 'ya posta edilmesi geçikmemişti. AB ve onun siyasi arkeoloji meraklılarının yalvar yakarı ile idamdan kurtulmuş, ama yine de İmralı'dan çetesine talimatlar yağdırmaya devam etmektedir. *** Bu haftanın son sözü şudur: Her şey 4.000 yıllık devlet tarihi olan büyük Türkiye içindir!.. AB'ye girmek veya girmemek bizim için "TO BE OR NOT TO BE", "OLMAK VEYA OLMAMAK!" değildir. Cümle iç ve dış yarü ağyarın bu gerçeği iyi bilmesinde sayılamayacak kadar faydalar vardır!..