Bu soru, son zamanlarda özellikle BUSH'un iş başına gelmesinden bu yana dünya kamuoyunda, daha çok da NATO ülkelerinde tabii bu arada Türkiye'de savunma, ekonomi ve dış politika konularında, koridorlarında bir aşağı bir yukarı dolaşan "Eko-Politologlar" arasında daha sık konuşulur, tartışılır oldu. Aslına bakarsanız bu haftaki yazımızın başlığındaki soru işaretli konuya halen içinde yaşamakta olduğumuz günlerde en doğru cevabı biz Türkler verebiliriz!. Aramızda NATO'yu bilmeyenimiz yoktur. Gelmiş geçmiş en büyük savunma örgütüdür. 50 yıldır görevini mükemmelen sürdürüyor. IMF'ye gelince taze taze içinde ve gidişinde yaşıyoruz. Konu giderek daha da tartışılacak gibidir. Geçen haftaki yazımızda IMF ile Dünya Bankası konularına ürkek ürkek de olsa sağından solundan değinmeye çalışmıştık. NATO, "Soğuk Savaş Dönemi"nin zorunlu kıldığı, Batılı müttefikler arası bir askeri savunma paktıdır. Bu dönemde caydırıcı görevini el hak tam anlamı ile yapmış ve çok faydalı işler başarmıştır. Hâlâ da başı sıkışan ondan yardım ve medet ummaktadır. İki kutuplu Soğuk Savaş yıllarında Sovyet Rusya'nın peykleri ile birlikte kurduğu Varşova Paktı, hantal heybetine rağmen, herhangi akılsız bir maceraya girmek cesaretini gösterememiştir.. Bunda ABD'nin kararlılığı kadar NATO üyeleri arasında en güçlü kara ordusuna sahip olan Türkiye'nin cesaretli tutumunun da büyük katkısı olmuştur. Avrupa savunmasının en büyük yükünü kuzeyde Norveç ile güneyde Türkiye taşımıştır. Aslında bundan en çok yararlanan da NATO şemsiyesi altında korkusuz yaşayan tüm Avrupa ülkeleri ile özgürlük ve demokrasi kavramları olmuştur. Şimdilerde "Avrupa Birliği"nin geliştirmeye çalıştığı "Avrupa Güvenlik Savunma Kimliği" (AGSK) NATO'ya karşı eskisinden değişik ve bir tuhaf niyetleri sergiler gibidir. Batı Avrupa Birliği (BAB) adındaki bu özenti örgüt, Türkiye'yi (henüz AB üyesi olmadığı bahanesi ile) dışarıda ve karar mekanizmasının dışında tutmakta ama NATO tanımlaması altında askeri gücünden faydalanmak istemektedir. Bu hafta içinde (AGSK) ABD Savunma Bakanı'nın da katılımı ile bakanlar düzeyinde toplanıyor. Bizden kim katılacak bilemiyorum. Ama bilinen başta Fransa, Almanya ve özellikle Yunanistan, NATO kuvvetlerinin kullanılması halinde dahi Türkiye'yi kararlara katılmak değil, sadece uymakla yükümlü bir "Paralı Asker" statüsünde tutmakta ısrarlı görünmektedirler. Akıllarınca Avrupa Birliği bu suretle gerektiğinde ABD'den de bağımsız ayrı bir askeri kuruluş ve ordu kurmak gibi bir ham hayal peşindedirler. ABD'de Başkan Bush işe başlayalı dört aya yakın bir zaman geçti. Oyların sayımında önce kuşkular, tereddütler vardı. Artık bunlar dağıldı, kalmadı. Adam hakkı ile seçimleri kazandı. Geçti Beyaz Saray'daki görevine başladı. İlk göze çarpan özellik, -buna öncelik de diyebilirsiniz- dış ilişkilerin yöntemlerinde görüldü. Clinton-Madeleine Albright dönemindekinin tersine öncelik, şimdiye kadar ihmal edildiği var sayılan, Latin Amerika ile ilişkilere doğru yönelir gibi oldu. Bush, daha adaylığı sırasında bunu belli etmişti. İlk dış ziyaretini Meksika'ya ve sonra da Kanada'ya yaptı. Kimilerine göre Texas valiliği, ve mükemmel İspanyolca konuşması kendisini Demokratların kızıl belası Panama ve Fidel Castro'ya bile yakınlaşmakta yardımcı olacak gibi görünüyor. Yeni Amerikan yönetiminde göze çarpan ikinci özellik ise Rusya Federasyonu ile daha yakın ilişkilere yatkın görünmesi oldu.. Putin ile anlaşmanın gerginlikten daha faydalı olacağı inancını kendisi açıkladı. Giderek küreselleşen, büyüyen, yayılan Çin ile ilişkilerin bu yoldan daha kolay olacağı inancı ağır basıyor. Bu pek yabana atılacak bir düşünce tarzı gibi görünmüyor. NATO'da bağların, bağlantıların korunmasını ve inisiyatifin eskiden olduğu gibi ABD'nin sıkı sıkı elinde bulunmasına önem verdiği bilinmektedir. Ancak özellikle Fransa'nın oldum olası kıskanç ve biraz da nankör sayılabilecek tutumu yüzünden şimdilerde her yangın çıkan yerde özellikle Balkanlar'da NATO'nun eskisi gibi yangın söndürücü görevini üstlenmesi de pek o kadar kolay olmayacak.. Orta Doğu Arap-İsrail anlaşmazlığı, Irak, İran ve bir ölçüde Kafkaslar yine ABD'nin öncelikli gündemini oluşturmakta ve bölge, politico-militaire endişelerin, odak noktası olmakta devam edecektir! Bununla beraber, -lütfen sıkı duralım!- bu ve benzeri bölgelerde paranın silahtan, uçaktan, toptan tüfekten bazen daha etkili olabileceği fikri yaygınlaşıyor. Pahalı, masraflı askeri güçler yerine para musluklarının açılmasının daha kolay ve etkili olabileceği düşüncesi artık açıkça konuşulur oldu. Mesela bazı bölgelerde bakımı ve savunması giderek daha zorlaşan muazzam uçak gemileri bulundurmak yerine IMF aracılığı ile o bilgelerdeki ülkelere para, mali ve ekonomik yatırımların yapılmasının daha etkin ve başarılı olacağı düşüncesi sessizce Pentagon'da yerleşiyor!. İşte bu noktada IMF'nin silueti, önemi, elli yıllık bir NATO bulutunun ardından daha belirli biçimde şekilleniyor gibidir. Geçenlerde Financial Times'da bir karikatür vardı. Dünya küresini simgeleyen yusyuvarlak, koskocaman bir adam, tepesinde görünen küçük kafasının üzerinde büyük harfler ile IMF yazıyor. Kürenin her tarafından değişik istikametlerde uzanan sülük şeklindeki kolların avuçları tıka basa dolarla dolu, kolların kimi dışarıdan içeriye, kimileri ise içeriden dışarıdakilere para taşıyor!. Karikatürün altında lejandı yok ama belli ki paranın silahtan daha güçlü ve başarılı olabileceği imajı verilmek istenmiş!.. Bu izlenim, IMF ile imzaladığımız, uygulaması fevkalade zor ve çetrefil olacağı daha başından belli olan Stand-by mutabakatının yürürlüğe girdiği şu günlerde neden ise beni fevkalade rahatsız etti. Acaba mı? diye düşünürken doğuştan şüpheci kişiliğim aklıma geldi. Üstelik bu haftalık yerimiz de kalmamıştı. Konu askıda ve başlıktaki sorunun cevabı da böylece "Bakaya" kaldı!.