Ne olacak bu dünyanın hali?!..

A -
A +

Dünyadaki yaşayanların sayısı jeometrik ölçülerde, birbirlerine çarpıla çarpıla artıyor... Dünyanın kabuğu bu kadar sikleti çekemiyor... Yer yer çatırdıyarak çatlıyor. Herkes korkmuş, önüne gelen uzaya bir uydu fırlatıyor. Sanırsınız ki herkes oralarda kendine bir yer arıyor!.. Her gün artan insanları doyuracak, giydirip kuşatacak, soğuktan sıcaktan koruyacak giysilerin, maddelerin üretimi ise ancak matematik ölçülerde, bir, iki, üç diye artabiliyor. Bu ise çarpılarak artan insanlara yetmiyor. "Çıkar anlaşmazlıkları" dediğimiz ve bunca savaşa yol açan kavgalar hep bu yüzden çıkıyor!. Gerilerde bıraktığımız XX. yüz yıl bu çeşit çıkar savaşları asrı olmuştu. Tek tük, perakende, bölgesel olanları bir tarafa bırakırsak, 1900'lü yıllarda birbiri ardına çıkan iki dünya savaşında, birincisinde beş milyon, ikincisinde kırk milyon insan öldü. Bunlardan yirmibeş milyonu silah taşımayan sivil insanlardı!.. İki savaşta da yakılan yıkılanın yerlerine yenilerini koyabilmek için öylesine hızlı üretime geçildi ki, savaşı kazanan da kaybeden de eskisinden daha zengin oldu!.. ??? Zenginlik çare değil, kâfi değil, insanların refah ve saadetine yetmiyor!! ABD birinci savaşa yarısında girdi. 26 milyar dolar harcadı. İkincisinde harcamaları 350 milyarı aştı. Ortaklarınınkinden 3 misli fazla idi. Ama buna rağmen en çok kazanan yine de ABD oldu. Yenilenlere, zarar görenlere yardım bu yüzden başladı. Bu da kendisine yaradı. Eğer yardım yapılmasa idi, yenilenler ABD'den tek bir dolarlık mal satın alamayacak durumda kalacak ve Amerika ekonomisi de bu yüzden duracak, hatta gerileyecekti. ??? Ne çıkar çatışmalarının ne de savaşların bir çare olmadığı iki dünya savaşını izleyen soğuk savaş döneminin sona ermesinden sonra anlaşılabildi. ABD dünyada tek başına kaldı. Tek demir direkte trapez zordur. Dünya âlem ile beraber ABD bu zorluğu gördü.. "Çıkar çatışmaları" yerine çıkar ortaklıkları denenmeye başlandı. Sonraları bir Avrupa Birliği'ne doğru dolu dizgin yol almaya başlayan 1950'lerin "Avrupa Ekonomik Toplulukları" bunun en tipik örneğidir. Türkiye düşe kalka da olsa, bu kervanın yolcusudur. 1963 Ankara Andlaşması kimi hükümet başkanlarının kaprisleri yüzünden bir askıya alınıp bir indirilmese idi şimdilerde biz de Yunanistan gibi tam üyesi olmuş olacaktık. Aradaki korkunç mesafeyi kapatabilmek ve nihayet postu Brüksel'e serebilmek için şimdiki AK Parti Hükümeti bu istikamette "Öyle bir şiddeti tasmim ile çıktı ki yola!" sandık ki 17 Aralık 2004 müzakere kararı alındıktan sonra aynı hızla yola devam edeceğiz!. Arada ne oldu ise oldu, bilmeyiz orasına Rufailer karışır, ama bütün hevesimiz kursağımızda kalır gibi oldu. Her işi bıraktık. Dünyayı feth etmek istermişiz gibi demir değnek demir çarık beş kıtayı dolaşmaktan zevk alan hükümet neden ise bir müzakere heyeti kurmak için vakit bulamıyor. Yahut adam bulamıyor. Halbuki her ikisi de bol bol var.. İş karar vermekte, devlet iradesi göstermekte!.. Şimdiki durum hem bizlerde hem de Avrupalı muhataplarımızda acayip soru işaretleri oluşturuyor!. Konu Hamlet'in dediği gibi "olmak veya olmamak" meselesidir! Aslında siyasi irade kararı alındıktan sonra "Müzakere" bir formalitedir. Kim olsa yapar.! ??? Çıkar çatışmalarını anlatmaya, çıkar ortaklıklarına da şöyle bir ucundan kenarından dokunmaya çalıştık. Niyetim şimdi de dünya insanları arasında daha belirgin hale gelen "İnanç farklılarının" sebep olabileceği sakınca ve tehlikelere işaret edebilmekti. Yardımcımızın yardımı ile zaman zaman kitaplarımın yerlerini değiştirir, tozlarını alırım. Küçük dairemizin önü Boğaz ama bir tarafından lodos öbür yanından poyraz!.. Kitaplar her eşyadan daha çabuk tozlanıyor Allah razı olsun halen yurt dışında yaşayan kızım bana okuyacak malzeme ikmalinde çok yardımcı oluyor!.. Bizde çıkan Türkçe kitapları bile anında bana göndertebiliyor. Kitapların tozları alınırken ben de koltuğumda oturup hafıza tazelemek kabilinden sayfalarını karıştırıyorum. Bir tanesine gözüm takıldı. Zamanında okumuş, pek aldırış etmemiştim. Gençliğimde Paris'te görev yaptığım sıralarda yazarını şahsen de tanımıştım. Genç deli dolu bir adamdı. Savaşta Fransa'da dağlara çıkmış mukavemet hareketlerinde görev almış çalışmıştı. İdeoloji olarak solun en solundan başlayarak sağın da en sağına geçmiş, Paris'in kurtuluşundan sonra General De Gaulle'ün sağ kolu mesabesinde bir göreve getirilmişti. Deli dolu ama, esprisi olan bir adamdı. Dağlardaki direnişçilere şarkılar marşlar yazar bestelerini bile kendi yaparmış.. Üstelik düşünmesini bilen, bildiğini de söyleyebilen biri idi. Adam bir ara General De Gaulle'ün enformation bakanı da olmuştu. Adı Andre Mlraux idi. Ölümünden sonra Fransız Akademisi'ne seçilerek naaşı Pantheona konulacak olan bu adam şöyle diyordu: "Yirminci asır çıkar savaşlarının asrı oldu. Yirmibirinci asır ise ya bir inanç savaşlarının asrı olacak veya hiç olmayacak!" Adamın bu sözleri bana bir şeamet, bir felaket hatta bir kıyamet habercisi olarak gelmişti. Adam ölümüne yakın böyle yazmadığını söyledi ama ne de olsa bende olduğu gibi izi kaldı!. Kalmasına kaldı ama köşemde yazacak ne yerim ne de vaktim kalmadı. Hepinize iyi haftalar diliyorum.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.