Nutuk!..

A -
A +

Anayasamıza göre Türkiye Büyük Millet Meclisi Ekim ayının birinci günü hiçbir davete gerek kalmaksızın kendiliğinden toplanır, yeni Yasama Yılı da Cumhurbaşkanının bir nutku ile açılır, Meclis normal çalışmalarına başlar!. Geçtiğimiz bir Ekim işte o gündü. Pek çoklarımız gibi ben de evde TV başında oturup Sayın Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer'in iki saate yakın süren nutkunu dikkatle dinledim. Tahmin ettiğim gibi yine frak giymemiş, günlük elbisesi ile gelmişti. Geçen seneye nazaran maşallah daha sağlıklı ve zinde görünüyordu. Benim gibi açık kalp ameliyatı geçirmiş bir insanın -yaş farkını hesaplamak sureti ile de olsa- böylesine bir performans göstermesi beni çok memnun etti. Allah nazardan saklasın! Nutukta aradığımı beklediğimi tam olarak buldum dersem kendimle ters düşerim. Sayın Cumhurbaşkanımın hoşgörüsüne sığınarak şahsi düşüncemi ifade ediyorum. Nutuk rutin karakterde ve üçlü bir koalisyon Hükümetinin mevcudiyetini göz önünde tutarak hazırlanmış gibime geldi. Koalisyonu oluşturan üç partiye ait Bakanlıklara eşit yer vermeye itina gösterilmişti. Bir de AB'ye giriş konusunda belki gereğinden fazla durulmuş ve konu birkaç bölümde tekrarlanmıştı. Avrupa Birliği, genişleme konusunda şu sıralarda gereğinden fazla duyarlıdır. Bu gibi Uluslararası Kurum ve Kuruluşlar ne kadar üzerlerine düşülürse o kadar uzaklaşır gibi bir tutum içine girerler. Yeni katılmalar yakınlaştıkça AB Komisyonunun, Konseyin kafası giderek karışıyor. Genişleme 40 milyar dolara mal olacak diyorlar. Herkes birbirinin gözüne, hepsi birden de Almanya'nın eline bakıyor. Parlamento seçiminde şimdiki kıstaslar alınırsa mevcudu binden fazla olacak.. Tedbir aranıyor. Türkiye için asıl mesele Kıbrıs'ın bir emri vaki ile AB'ye bütünü ile alınmasını önleyebilmektir. Adamlar vakti ile iki Almanya'nın AB içinde birleştirilmesi için hazırladıkları fakat duvarın daha evvel yıkılıvermesi ile gereksiz kalan formülü şimdi Kıbrıs için uygulamak sevdasında görünüyorlar. Hani Kıbrıs AB'ye alınınca iki Kıbrıs kendiliğinden birleşmiş olacaktır diye düşünüyorlar. Dikkatli olmak ve buna imkan vermemek zorundayız. Aksi halde Londra ve Zürich anlaşmaları ve dolayısı ile Türkiye'nin garantörlük hak ve vecibeleri tamamen ortadan kalkar. Sayın Cumhurbaşkanının açış konuşmasında halkın ve iş aleminin beklediği en önemli bir konuya, içinde bulunduğumuz ekonomik ve mali kriz üzerinde uyarıcı telkinlerde bulunması bekleniyordu. Kamuoyu bir süre Kemal Derviş ve gelecek kredilerle oyalandı. Borsa üst üste üç defa yuvarlandı. Ne zaman nasıl toparlanıp kalkınabileceğini bilenimiz yoktur. Nutukta bu konuda bir işaret bulamadım.. *** Nutuk deyince aklıma hep Atatürk'ün Türkiye Büyük Millet Meclisinde söylediği ve ara duraklamalarla iki tam günden fazla süren, Milli Mücadele ve Cumhuriyetin kuruluşunu ayrıntıları ve belgeleri ile anlatan belgeli, bilgili uzun konuşması gelir. İkinci dünya savaşı sırasında ve hemen sonrasında Paris'te Sefaret Katibi idim. Sovyetlerin Türkiye üzerindeki emellerini açıkca dile getirdiği ve tehditlere dönüştürdüğü günlerde ABD sert çıkmış, bizi her haliyle destekliyordu. Amerika'da vefat eden Büyükelçimiz rahmetli Münir Ertegün'ün cenazesini o tarihte Amerikan donanmasının Amiral gemisi olan Missouri zırhlısı ile İstanbul'a gönderip Ruslara bir göz dağı verilmişti... Sonra da New York Ortodoks Piskoposu Atinagoras'ı İstanbul'daki Fener Patrikhanesinin başına getirmek istiyordu. İsmet Paşa ileriyi gören bir devlet adamı idi. ABD'nin bu ricasını kırmadı. Büyükelçiliğimize bir telgraf çekti. Müracaatı halinde Atinagoras'a diplomatik pasaport verilmesi ve kendisine itibar gösterilmesi emrediliyordu. Sefirimiz rahmetli Numan beyin tepesi atar gibi oldu.. "Olmaz böyle şey!.. Bu mümkün değil!.." diye hop oturup hop kalkıyordu. Bir defa Patrik'in Türk vatandaşı olması gerekirdi. Adam Amerikan vatandaşı idi. Ayrıca da Milli Mücadele sırasında melaneti görülmüş ve Atatürk'ün büyük nutkunda bile bu husus yer almıştı. Bunu Menemencioğlu Ankara'ya iletmiş fakat karşılığında acaip ve sert bir uyarı almıştık. Ankara'dan gelen telgrafta "Nutuk yeniden incelenmiş, Atinagoras'a ait bir kayda rastlanamamıştır!" deniliyordu. Sefirimiz hâlâ ısrarlı idi ama artık İsmet Paşa'nın üzerine gitmiyor bekliyordu. Sefirimizin tarafını tutuyorduk ama defalarca okuduğumuz Nutuk'ta da adamın ismine rastlayamamıştık. Sonunda iş tatlıya bağlandı. Henüz Türk vatandaşı olmadığı mülahazası ile yeni Patrik'e pasaport verilmeyecekti ama kendisine itibar sağlayacak ve seyahatini kolaylaştıracak bir "Laissez passer" verecektik. Papaz bir Pazar günü ayinden sonra bizzat sefarete gelerek pasaportunu almak istediğini bildirdi. Sefirimiz yanına müsteşarını da alarak Paris dışında olmayı tercih etti. Görev, sefaretin en kıdemsiz memuru olarak bana düşmüştü.. O günü ve boyu iki metreye yakın ve beline kadar sarkan simsiyah sakalı, gövdesi kafası Amerikan havası ile şişmiş olduğundan olacak daha da heybetli görünen Patrik cenaplarına durumu anlattığında gösterdiğim koltuğa yığılır gibi kendisini nasıl attığı hâlâ gözlerimin önündedir. Aradan kısa bir zaman geçti. Menemencioğlu haklı çıktı. Bir gün Sultan Vahdettin'in eski mabeyincisi (adı galiba Ahmet Nesip bey idi) sefarete geldi. Halim selim, okumuş, kibar bir zat idi. Sefarete gelir giderdi. Her gelişinde sanki hâlâ sarayda imiş gibi siyah ceket, çizgili pantolon takım elbisesini giyerdi. Türkiye'den çıkarılanlardan değildi. Ülkesine çok bağlı bir adamdı. Ama o da Vahdettin ile beraber çıkmış ve Paris'te yabancı bir kadınla evlenmiş orada yaşıyordu. Ne ile geçinirdi bilemiyorum. Kibar, efendi bir zattı. Ona sorduk sefiri doğruladı. Atinagoras konusu meğer Nutuk'un belgeler kısmında yer alıyormuş. Mesele artık kapanmış sayılırdı. Üzerine gidilmedi. *** Yeni Yasama Yılının ülkemize hayırlı olmasını diliyoruz.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.