Irak'ta ilk seçimler yapıldı. Nasıl yapıldığı değil, nasıl yapılabilmiş olması önemlidir. Sonuçları ne olursa olsun bir gerçeği kabul etmek gerekir. Irak seferinin başlamasından bu yana Amerika'nın bu ilk başarısıdır. Aynı zamanda Beyaz Saray'ın koalisyon ortakları ve özellikle İngiltere ile birlikte tasarlanan yeni Orta Doğu Haritasının da ilk çizgisini oluşturmaktadır. Sonu nasıl gelecek? Şimdiden bir şey söylenemez. Seçimlerin sonucu şöyle de olsa böyle de olsa Amerika ve özellikle Bush bu maceradan zevahiri kurtararak sıyrılmak imkanına sahip olmuştur. Bu ihtimali kullanabilecek mi? Yoksa iştahı daha da kabarmış olarak "hazır başlamış iken şu İran ve Suriye'nin de işini bitirelim!" hevesine yenilecek midir? Zira Irak saldırısı öncesinde kullanılan gerekçeler edebiyatı şimdi Beyaz Saray kodamanları tarafından kelimesi kelimesine aynen İran hakkında kullanılmaktadır!. Bu ülkenin kitle imha silahlarına sahip olduğu, Pakistan'ın yardımı ile atom bombası dahi imal edebilecek bir güçte olduğu, bomba olmasa bile nükleer başlıklı füzelere sahip bulunduğu, halkı ezen totaliter bir mollalar saltanatının hüküm sürdüğü, uluslararası terörizmin himaye ve desteklendiği en sorumlu kişiler tarafından hemen her gün tekrarlanmakta ve dünya kamuoyu muhtemel bir Amerikan müdahalesine hazırlanmaya çalışılmaktadır. ??? Suriye işi daha kolay gözükmektedir. Irak'taki kuvvetlerin bir kısmının bu komşu ülkeye kaydırılabilmesi işten bile değildir. Üstelik her iki ülkede girişilebilecek bir muhtemel müdahalede İsrail'in "Muhtemel"den öteye bir katkısı gözlerden uzak tutulmamalıdır. İhtimallerin en kötülerini gözlerimiz kırpmadan sıralayıverdik. Zira bütün bu konjonktür içerisinde en tehlikeli durumda olan Türkiye'dir. Böyle bir zamanlama içerisinde Türk-Amerikan ilişkilerinin birden soğuyuvermesi her iki taraf için de bir talihsizliktir. Tarihinin hiçbir dömeninde böyle bir durumla karşı karşıya gelmiş değiliz. Hemen bütün sınırlarımızda dünyanın en güçlü ve karşı dengesi bulunmayan ABD gibi bir komşu ile karşı karşıya kalmış olacağız!. Bereket versin ki bütün bunlar kötümser bir ihtimaller senaryosunun unsurlarından ibarettir. Bir defa böyle bir tasarının gerçekleştirilmesi Irak'taki kadar kolay olmayacaktır. Biraz önce ABD karşısında denge unsurunun mevcut olmadığını belirtmiştik. Ama Rusya Federasyonu ve yavaş yavaş her hali ile Batı'ya doğru taşmaya başlayan devasa Çin imparatorluğu da bir soru işareti olarak kafalarda mevcuttur. Öte yandan Orta Doğu konusunda halen fikren bölünmüş durumda olsa bile bir Avrupa Birliği faktörünün mevcudiyeti gözlerden uzak tutulamaz. İngiltere, Fransa, Federal Almanya ve İspanya geçenlerde İran Hükümeti ile mutabık kalarak atom enerjisinin askeri alanda kullanılmayacağı taahhüdünü içeren bir anlaşma imzalamışlardır. Muhtemel bir ABD müdahalesi karşısında İran lehinde şahitlik edecek, hatta kefalet verecek bir duruma gelmişlerdir. ??? Türkiye'ye gelince bütün bölge ülke ve devletleri arasında konu ile en ziyade ilgili durumda olanıdır. Diplomaside öncelikler sırası, içinde, bulunduğumuz siyasi, askeri ve ekonomik konjonktüre göre çabuk değişebilir. Geçen yılın son haftalarından bu yana Avrupa Birliği'ne katılım müzakerelerine odaklanmış durumda idik. Sanırım şimdilerde özellikle bir Rum meyhanesi tezgahtarı ağzı ile konuşmaya başlayan Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Papadopulos'un haddini bilmez beyan ve hareketlerinden sonra konu değiştirip daha acil işlerimizle meşgul olmanın sırasıdır. Bu noktada ABD ile geçmiş ilişkilerimize "Retrospectif" açıdan şöyle bir "Hatırlatma" kabilinden göz atmakta fayda görürüm. "İyi hesaplar, iyi dostluklar kazandırır!" Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında ABD ile ilişkilerimiz hiç de parlak değildi. Lozan'a karşı çıkanların başında geliyordu. Kendine göre bazı hesapları vardı. İsmet Paşa ile ayrı bir mektup imzalamaya bile yanaşmamıştı. Sonradan Atatürk'ün etkisi ile bu sefer Lozan'daki delegesini Ankara'ya büyükelçi yollamak suretiyle bu sefer dostluk ilişkileri başladı. Uzak ama güçlü bir müttefikimiz oldu. Missouri jestini yaptı. Sovyetler'i uyardı. Türk askeri Kore'ye gitti. Çemberdeki Amerikan tümenini kurtardı. NATO'ya girdi. "Stratejik müttefik" olduk. TSK, talim ve terbiyede olduğu kadar silah ve techizatta da Amerikan modelini seçti. İncirlik'te kendilerine hava üssü verdik. Irak macerasında Türk topraklarının kullanılmasına ise demokratik sistem içerisinde izin vermedik. İyi mi ettik, kötü mü ettik? Bunun cevabını ileride tarih verecek. Ama millet olarak Türkün asalet ve necabetine uygun hareket ettik!. Yazacaklarımız çok ama yazacak yerimiz yok. Özet düşüncemizi sonunda yazacağız! ??? ABD'nin yeni Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ilk ziyaretini Ankara'ya yapmaktadır. Bu satırlar yayına gireceği an Ankara'da olacaktır. Rice hırçın tabiatlı sinirli bir siyaset adamı olarak tanınır. Ama gelmiş geçmiş ABD dışişleri bakanları arasında Kissinger'den sonra bu göreve getirilmiş en akıllı olanıdır. Yalnız akıllı olmakla kalmayıp başkan üzerinde en ziyade etkili olabilecek bir durum ve tutumdadır. Umarım Ankara görüşmelerinde durumu kendi gözleri ile görüp sağlıklı bir değerlendirme yapabilecektir!. Burada en büyük görev Erdoğan ve Gül ikilisi ile TSK Kurmay ve Komutanlarına ve dirayetli diplomatlara düşecektir. Sözü daha da uzatmadan sonuç düşüncemizi arz edelim: ABD ile ilişkilerimizde kritik bir dönemden geçiyoruz. ABD ile ilişkilerimizde şimdiye kadar ne AK Parti Hükümeti döneminde olduğu gibi ne bu kadar yakın, ne de bu kadar uzak olmamıştık!. İster istemez İsmet Paşa'nın ünlü bir sözünü hatırlamadan ve hatırlatmadan edemiyorum. Büyük Atatürk'ün yakın arkadaşı, siyasette ve askerlikte tedbir ve teenni ustası İsmet Paşa'nın bir sözü "Büyük devletlerle dostluk ahbaplık etmek iyidir de onunla aynı yatağa girmek tehlikelidir!.." Türkiye için, hayırlısını diliyorum...