Harp Akademilerinin AB konusundaki Sempozyumuna katılabilmiş olsa idim MGK Genel Sekreteri Org. Tuncer Kılınç paşanın öfkesine tereddütsüz katılacak, fakat AB alternatifi önerisinde kesinlikle aynı düşüncede olmadığımı anlatacaktım. Öfke baldan tatlıdır. Ama bu sadece ifadede kalmalıdır. Atatürk'ten devraldığımız "Devlet Pusulası"nın ibresi hep Batı'yı göstermekte devam etmektedir... Kılınç Paşa'nın alternatif önerisi eğer dil sürçmesi değilse bir fikir sürçmesidir. Bunun tartışması da bize düşmez. Kendi mutad çerçevesinde elbet yapılacaktır. Bununla beraber Paşa'nın AB'ye öfkeli uyarısı kanaatimce fevkalade faydalı olmuştur. Bizler yazıyor, çiziyor, Hükümet, Bakanlar, Başbakan, Parlamento açıklıyor. Türkiye Parlamenter demokrasi ile yönetilen bir devlettir!" diyoruz. Kimsenin aldırış ettiği yok. Herkes dinliyor, bunun altına kendince "Ama asker etkisinde" anlamına gelen küçük bir işaret koyuyor ve geçiyor. PKK'lı Öcalan olayında da öyle olmadı mı idi? O kadar uğraştık. Başbakan bizzat Şam'a gitti. Hafız Esat, bizde olduğunu nereden biliyorsunuz? diye sorunca, Sayın Demirel cebinden bir kağıt çıkarıp uzattı.. "İşte bu adreste oturuyor, telefonu da var. Açın telefonu!" dedi. Hafız ziyadesi ile pişkin bir adamdı kağıdı cebine koymakla yetindi. Bir süre sonra canımıza taketti. Zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Adana müzakereleri devam ederken, sınır boyundan seslendi: "Vermezseniz gelir alırız!.." gibilerden bir laf etti. Terörist başı mikroplu bir futbol topu gibi Atina -Roma -Moskova üçgeninde elden ele atıldı. Sonunda Afrika'nın ücra bir ülkesindeki Yunan Sefaretinde kıskıvrak yakalanarak İmralı'ya tıkıldı. Hiç belli olmaz bakarsınız Kılınç Paşa'nın öfkesi de AB'de benzeri bir etki yapar. AB'nin Abus suratlı bürokratlarının ve onların bizdeki çok sorunlu, zorunlu temsilcisi hanım da hafiften hizaya gelirler. AB'nin yolları daha bir güvenle açılır. Zira bu konudaki anlaşmazlıkların pek çoğu bizim konuyu ve yolları gereği gibi bilmememizden de kaynaklanıyor olabilir!.. 50 yıldır başladığımız bu yolun güzergahını, ve hele özelliklerini bilenler bizde parmakla sayılır. Bilen konuşuyor, bilmeyen konuşuyor. Bilenler, mahcup ve çekingen, bilmeyenler ise pervasız ve patavatsız. Araya karşı tarafın küstahlığı da girince işler işte şimdiki gibi karışıyor. Devlet ne yapsın? Konu ile münhasır ilgili ve tam yetkili bir Genel Sekreterlik kurdu. Buna rağmen yine her kafadan bir ses çıkıyor. İş başında bir koalisyon var, işe başlarken yemin billah etmişler her şeyi birlikte götüreceğiz demişler. Üç parti de seçim beyannamelerini hazırlar gibi bir tutum içinde. Türkiye'de kaç TV kanalı var? Bilmiyorum ama hepsinde haftanın üç gününde AB ile ilgili bir açık oturum yapılıyor.. Anlı şanlı proflarımız, "Konunun Uzmanı?" kerli, ferli araştırmacı, yazar zevat rengarenk giyinerek kameraların karşısına çıkıp bildikleri gibi ahkam kesiyorlar. Yapacaklar tabii herkesin bir bildiği, başkalarının da bilmediği bir amaçları ve çıkarları olur. Memlekette düşünce ve konuşma özgürlüğü var.. Parlamenter ve demokratik bir sistem içinde yaşamıyor muyuz? Aklımıza geleni söyleriz kimse karışamaz! Hele karşı tarafın ağzını da kullanırsak herkes bize hayran kalır. Önlemeye kalkarlarsa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine bile başımızı vurabiliriz!.. Son söz olarak şunu söyleyelim. Avrupa Birliğine giden iki yol var. Birincisi şimdilerde terk edilmiş görünen ve trafik işaretlerinde Kilise işareti bulunan yoldur. Hıristiyanlığın 1306 yılında Anadolu'nun bir kasabasında, İznik'teki Concil'den sonra tasarlanan AB yoludur. İkincisi ise İkinci Dünya Savaşı sonrasında yıkılan yakılan Avrupa'nın canlandırılması, amacı ile tasarlanan Avrupa Ekonomik Topluluğu-AET yoludur. Biz bu ikinci yolun yolcusuyuz!.. 25 Mayıs 1957 Roma Andlaşmasına tam katılım şartı ile 1963'te uluslararası bir anlaşma imzalamışız. Haklarımız var, vecibelerimiz var. Vecibelerimizi gümrük kapılarımızı ardına kadar açıncaya kadar yerine getirmişiz. Haklarımızdan ise hiç faydalanamamışız. Daha doğrusu istemişiz vermemişler. Tam tersine anlaşmada yazılı haklarımızı pırasa doğratır gibi bizzat bize doğratmışlar!. Tuncer Paşanın öfkeli feryadı işte bu yüzdendir. Bunda bir kötülük yoktur.