Aslında iki tanedirler. Birinde fokur fokur iç politika kaynıyor... Hükümet, kamuoyu ve medya birbirine girmiş durumda. İkinci kazanda ise Dış Politika kendi haline bırakılmış... Bir türlü ısınamıyor... Sanırım bir yerlerde bir tutukluk var!.. İç politikada görüş bildirmek bu "Görüş" köşesinin işi değil. Ama Dış Politika kazanının bunca hararete rağmen neden bir türlü ısınamadığını araştırmak ve görüş sunmak da görevimiz gereği sayılır. TC tarihinde hiçbir zaman bu kadar yakınımızda cereyan eden ve bizleri herkesten ziyade ilgilendirmesi gereken uluslararası olaylar karşısında bu kadar sessiz ve çaresiz kaldığımızı ben hatırlamıyorum. Günlerden bir gün dünyanın tek başına en büyük ve güçlü devleti ABD kalktı duvar komşumuz Irak'a hiç yoktan denecek kadar sebeplerle saldırdı. Amacı uluslararası terörü ve kendi başına bütün dünya için bir tehlike saydığı Saddam Hüseyin'i ortadan kaldırmak, İran'a gözdağı vermek, Orta Doğu Bölgesinde kendine uygun bir düzen kurmak olmalı idi. Olmadı!.. Başta dünya, sonra ABD kamuoyu, daha sonra ABD askeri komutanları ve en sonunda bizzat Başkan Bush Irak seferinin bir 'ZAFER'den çok 'HEZİMET'e dönüştüğünü fark ederek kabul ettiler. Irak'ta ölen sadece ABD askerlerinin sayısı 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler saldırısında hayatlarını kaybetmiş olanlarınkine ulaşmıştır. Her gün beş-altı Amerikalı keskin nişancılara uzaktan hedef olmaktadır. Bir zamanlar Irak'tan başlayarak Orta Doğuda yeni bir düzen kurmayı tasarlayanlar, bir taraftan zafer şarkılarına devam etmekle beraber bir an önce sorumluluğu mahalli bir hükümete bırakarak ayrılmayı tasarlamaktadırlar. Irak şimdiki haliyle tam bir cadı kazanını andırmakta dini inançlar ve mezhep savaşları içindedir. Sözüm ona Federal bir devlet kurulmuş, başına da bir Kürd, Talabani yerleştirilmiştir. İsteyelim veya istemeyelim, ABD'nin bölgeyi oluşturan bütün unsurlar arasında Kürdlere ve özellikle Peşmergelere güvendiği pekala bilinmektedir. Irak Parlamentosu geçtiğimiz 11 Ekim tarihinde Federalizmi kabul etmiş ve ülkenin üçe bölünmesi yolu açılmıştır. Bölgenin asıl kapısı Türkiye'ye, öbürü İran'a açılır. İran'dan derhal şiddetli reaksiyonlar gelmiş, bizlerden ise ciddi bir tavır görülmemiştir. Belki hatırlatılmasında fayda olacaktır. Biz vaktiyle Milli Misak içerisinde bulunan ve Lozan Andlaşmasından sarkarak Türkiye ile İngiltere'nin aralarında anlaşmaları çözmeleri, çizgisinde bırakılan Kuzey Irak sınırları ve Musul vilayetimizi bir oldu bitti ile kaybettiğimiz tarihlerde Irak'ta "İngiliz Mandası" altında bir bütün halinde Haşimi Devleti vardı! Bu gerçeği Türkiye olarak altını çizerek belirtmekte Asker-Sivil hepimiz için sayılamayak kadar çok faydalar vardır. Hatırlatmak istediğim bir başka nokta da herkesin bildiği uluslararası hukukta "PACTA SUNT SERVANDA" ve "REBUS SİC STANTIBUS" Ana prensipleridir. Birincisi "Ahde vefa, ikincisi ise bir anlaşma veya mutabakatın şartlarında esaslı bir değişiklik halinde taraflara itiraz ve hatta müdahale hakkı tanır." Kuzey Irak ile sınırlarımız şimdiki hali ile dahi bizi ne kadar rahatsız ettiğini bilip görmeyen yoktur. Şimdiki sınırın ardına Federe de olsa bir Kürd Devletinin yerleşmesine seyirci kalmak, özellikle aynı tehlikeye maruz İran kadar bile olsun sesimizi duyurmamak Dış Politikada yapılacak hataların en büyüğü olur. Böyle bir hatayı ne Hükümetin ne de TC tarihinin sırtı kaldıramaz!