AB Anayasası üzerindeki 29 Mayıs Fransız referandumu yalnız Fransa veya AB'yi değil bütün dünyayı şaşırttı. Bu yazıyı yazmakta olduğumuz sırada alınan Hollanda referandumu sonuçlarının daha da kötü olduğu haberi AB durumunu büsbütün, içinden çıkılması çok zor bir hale koydu. Şurasını özellikle vurgulayalım ki, bu iki tokat AB'yi öldürmek bitirmek amacı ile değil onu sadece doğru yola getirebilmek için atılmıştır. Zira ne Fransa'da ne de Hollanda'daki oylamalar, AB'ye hayır demek, yahut AB'nin sonunu vurgulamak anlamında değildir. *** Referandumla gelen ve içeriği hayli kompleks olan bu "Uyarı Tokadı"nda bir başka unsur da şudur: Kamuoyları, milli hakimiyet kavramının AB'nin bürokrasi veya teknokrasisinin sorumsuz tutum ve davranışları yüzünden bilerek veya bilmeyerek mum gibi eriyerek sessiz bir erozyona terk edilmiş olmasıdır. Bu sürekli erozyonun giderek tam anlamı ile süper nationaliteye dönüşmesi, sanırım üye ülkelerin hiçbiri (eski Demir Perde ülkeleri hariç) henüz hazır değildir. Bundan belli belirsiz rahatsız olmaktadırlar. Bu bir bakıma Orta Çağ dönemlerinin, Cervantes'e ilham veren şövalyelik masallarını hatırlatıyor. Durup durduğu yerde ABD'ye meydan okumaya kalkışmak Don Kişot'un Sanzo Panzo'nun uyarılarına rağmen, DEĞİRMENLERE saldırmasını hatırlatmıyor mu? Bütün bunlar AB'nin kendine gelebilmesi için hayat tarzını bir süre rölantiye alarak istirahat etmesini ve güçlendirici ilaçlar almasını zorunlu kılmaktadır. İstirahat ve düşünme AB'nin kendi bileceği iştir. Güçlendirici ilaçlar için onu her şeye rağmen önümüzdeki 3 Ekimde mutlaka başlayacak olan Türkiye'nin katılım müzakerelerinde bulabilecektir. Bu durumda AB için tek çıkış yolu ve yönü budur!.. Türkiye'ye gelince, kendi özgür iradesini kullanarak 50 yıldır talip olduğu bir Avrupa bütünleşmesine daha rahat bir şekilde katılabilecektir. *** ABD'de "Pentagon" olur da 450 milyonluk AB'de bir fazlası ile Hexagon olmaz mı? Dikkat ederseniz artık AB tanımlaması kalktı, yerine Fransız markalı Hexagon geldi. Her zaman söyledik belki bin defa tekrar eyledik. Biz Avrupa'nın birleşmesinden ve böyle bir birliğin mutlaka içinde olmaktan yanayız. Ama Allah'a çok şükür, tarihten deneyimden bir nebze nasibi olanlardanız! Avrupa Birliği üzerinde en az bin yıldan fazladır konuşulur. Daha İkinci Dünya Savaşı sona ermeden birkaç akıllı adam "Savaş nedenleri" üzerinde aralarında sohbet ederlerken, "Savaş kömür ve çelik yüzünden çıktı, o iki savaş suçlusunu zincire vuralım, bir güzel kontrol altına alalım!" dediler. "CECA 1950"de böyle ortaya çıktı. 1939'dan 1945 Mayısına kadar tüm Avrupa'yı işgal altında tutan Almanya, yine rahat durmazsa diyerek onu kontrol altında tutabilmek için Avrup Ekonomik Topluluğu AET'yi kurdular. 25 Mart 1957'de üye ülkeler arasında insanların, malların, sermayenin serbestçe dolaşabileceği bir Avrupa kuralım dediler! Sonra akıllarına geldi ki kimilerinde atom enerjisi korkusu vardı. Kömür çelikte olduğu gibi onu da kontrol altında tutalım dediler. CEA- "Atom Enerjisi Kontrol Ajansı" aynı tarihte böyle imzalandı. Bu dönemde Avrupa'daki İkinci Dünya Savaşı iki aşamada sona ermiş, fakat yerine üçüncüsü Soğuk Savaş dönemi başlamıştı. *** İngiltere'nin de katılım ile 7'ler haline gelen AET ne güzel Roma Anlaşmasının rayları üzerinde hızla ilerliyordu. Türkiye ve Yunanistan İngiltere'den bile önce davranmış, tam katılımı öngören Ankara Anlaşması ile AT'ye ortak olmuştu. Hep bir hal ile devam etseydi eğer AET'nin nihai amacı ortaklar arasında bir Gümrük Birliği kurabilmek olacaktı. Ama insanların iştihası sofrada açılırmış... AET'yi de insanlar yönetiyordu. Onların da hayalleri hevesleri vardı. Çoğu atanmışlardan oluşuyordu. Seçilmişlerin de iştihası daha da kabardı. Avrupa'da XVI. asrın sonlarında "Chevalier"lik ruhu hortladı. O zamanlar dünyaya hakim olmak, imparatorluklar kurmak moda idi. Şimdilerde bütünleşmeler kaynaşmalar moda oldu. Denenmekte olan odur! *** Ünlü İspanyol yazarı "Cervantes"in "Don Kişot" şaheseri o ruh haletini bugünlere kadar yansıtabilen tek yapıttır! Tarihe bakınız dünyaya hakim olmak isteyenlerin hepsinde pek çok benzerlikler göreceksiniz. Gelmiş geçmiş diktatör ve taklitlerinde hep aynı dürtüyü hissedeceksiniz. Atatürk, bunların tek istisnası idi. Sanırım 1933 yılında Fransa Büyükelçisi Comte De Chambrun güven mektuplarını takdim ederken heyecanlandı; "Siz ki Büyük İskender gibi Makedonyalısınız! Siz ki İskender gibi bütün dünya ordularını yendiniz" diye başladı ama Atatürk sefirin sözlerin kesti. Büyük İskender ile aramızda tek benzerlik ikimizin de aynı yörede doğmuş olmamızdan başlar ve orada biter! O bütün dünyayı feth etmek istedi ülkesini ihmal etti. Ben ise sadece vatanımı yabancı işgalinden kurtarmakla yetindim!" *** Aynı büyükelçi birkaç yıl sonra Roma'ya atanır. Fransızlar yalakalığa bayılırlar, kompliman yapmadan duramazlar. Mussolini'ye "Sizi geçenlerde binlerce kişiye hitap ederken gördüm. Sandım ki Sezar canlanmış o konuşuyor!" Duçe yeterli bulmuyor "binlerce kişi değil yüzbinlerce kişi vardı. Hem Sezar da kim oluyor? İki keçiye çobanlık edemezdi!.." diyor. Fransız ve Hollanda referandumlarının 3 Ekim müzakerelerine olumsuz bir etkisi olacağına inanmıyorum. Tam tersine AB'nin daha güçlü görünebilmesi için bu müzakerelerin mutlaka zamanında başlayacağına, belki de tahmin edilenden kısa bir sürede sonuçlandırılabileceği kanısındayım! Aklın yolu budur.