Savaş geldi kapımıza dayandı. Ne zaman neresinden bakarsanız bakınız, öncesi ile, süresi ve sonrası ile fevkalade sevimsiz bir kelime!.. Ama gelin görün ki insanlık tarihi hep bu halin hikayeleri ile dolup taşıyor. Lügatten silebilmek için yapılmadık şey kalmadı. Yeminler kasemler edildi önlemek için örgütler kuruldu. Ama hiçbiri başarılı olamadı. İşte şimdilerde ABD'nin Irak'la, daha doğrusu yönetimine karşı açmayı kararlaştırdığı savaş geldi kapımıza dayandı.. Bir yandan 11 Eylül terör eyleminin oluşturduğu Terör psikozu, öte yandan da Sovyetler Birliği'nin dağılmasından ve koskoca Çin'in ağırlığının hiç olmazsa bir süre için dengeden uzaklaşmış olması ABD'yi ve özellikle Başkan Bush'u sanki bütün dünyadan sorumlu imiş gibi herkes tarafından kolaylıkla paylaşılamayan bir sorumlulukla karşı karşıya bıraktı. Hal böyle iken, Saddam'da bu vurdum duymazlık varken işlerin bu aşamaya geleceği belli idi. Savaş iyidir kötüdür. Haklıdır haksızdır. Ama bir gerçektir. Günümüz filizoflarından Jean Paul Sartre'in sözlerini hatırladım: "Zenginler savaşır, arada fakirler ölür!.." Hani söz gelişi arada kaynamayalım demeye getiriyorum. Herkes hesabını kitabını yapmış tavrını ona göre alıyor. Türkiye olarak bizim böyle bir ihtimalimiz yok. Tarih ve Coğrafya içinde en olumsuz ve hazırlıksız bir konjonktür içinde yakalandık. Başka alternatifimiz yok gibidir. AKP Hükümeti iş başına geleli ancak bir ay olmuş olmamıştı hepsi bu memleketin iyi yetişmiş insanları, ama hemen hiçbirinin Cumhuriyet tarihinin böylesine zor bir dönemi için yeterli deneyimi yok. Ama arkasında kamuoyu desteği de çok!. Tarihin en ağır ekonomik bir bunalımı içindeyiz. Üstelik savaş alanı Irak, sınır komşumuz yakınımızdır.. Bir kuşak öncelerine kadar, Adana, Mersin, Konya gibi bir vilayetimizdi. Yabancı gayreti ile birbirimize yabancı hatta zaman zaman düşman bile olmuştuk. Ama ne de olsa Elhamdülillah Müslümanız, üstelik hısım akraba bile sayılabilirdik. Fırat'ın, Dicle'nin suları yüzünden zaman zaman birbirimizle atışsak, Musul ve Kerkük'ün acısını hâlâ içimizde duysak bile birbirimizle savaşmayı hiç aklımıza getirmemiştik. Yine de getirmiyoruz. Bugünkü olağanüstü uluslararası konjonktürün bize yüklediği taahhütlere rağmen kamuoyumuzun Irak'a karşı bir savaşa tam hazırlıklı olduğu kanısında değilim. Ama uluslararası yükümlülüklerimizi de yerine getirmek zorundayız. Üslerimizi BM kararları çerçevesinde hareket edecek yabancı ve müttefiklerin istifadesine ve yabancı güçlerin ülkemizden geçmelerine ve nihayet Türk askerinin Irak'a girmesine TBMM kararı ile müsaade etmek durumunda kalabileceğiz. Bunu, Milli çıkarlarımızı da göz önünde tutarak ve Meclis içi ve hatta mümkün olduğu ölçüde Meclis dışı muhalefetle uyum içinde yapmakta sayılamayacak kadar faydalar vardır. Savaşın yüz tarifi varsa sadece bir tek amacı vardır o da kazanmaktır! AB ve Kıbrıs konularında yeni hevesle acele ve acemi davranışlarımız oldu. Şimdilerde düzeltmeye çalışıyoruz. Irak olayları ülkemizde ve önümüzde cereyan ediyor. Amerikalıların ne kadar iyi amaçlarla olursa olsun girdikleri yabancı ülkelerden bir türlü çabuk ayrılamadıkları, sonunda "Go Home!." Sloganları ile uğurlandıklarını görüyoruz. İkametlerinin uzunca sürdüğü hallerde zamanla o yerlerde evlilik içi evlilik dışı acaip karma kuşakların oluştuğu, bunun da toplumu rahatsız ettiği biliniyor. Amerikan askerlerinin Kuzey Irak'a Türkiye üzerinden girmek tasavvurlarının gizlediği bir başka tehlike de bölgede federe veya bağımsız bir Kürt Devleti kurulması tehlikesidir. Bu bir ihtimalden de öte, ABD'nin Birinci Dünya Savaşı sonlarından bu yana şuur altında besledikleri bir kuruntudur. Burada yanlışa yer yoktur!. Savaşın haklı olanı haksız olanı yoktur.. Savaş savaştır!. Machiavel'in söylediğine bakınız: "Gerekli hale gelmiş ise o savaş haklıdır!." Aradan beşyüz yıl geçmiş, Çin'de MAO-Che Thung çıkmış, benzeri ahkâm kesmiş. "Savaş ancak savaşla yok edilebilir. Karşı tarafın silahını yok edeceksin ki, bir daha kimseye sataşamasın!.." Bir de başka bir laf etmiş: "Savaş ve Politika aynı şeydir. Biri kan dökülerek, öbürü kan dökülmeden yapılır!." demiş. Biz bu ikincisini tercih ederdik. Konunun bir de ekonomik yönü vardır. ABD 1991'de Baba Bush'un giriştiği "Çöl fırtınası" masraflarının sadece %12'sini yüklenmişti. Bu sefer sanırım tamamını yüklenmek zorunda kalacaktır. Halbuki kendisi halen ağır bir kriz içindedir. 1991'in ağır yükünü hâlâ üzerinden atamayan Türkiye bu konuda da fevkalade dikkatli ve duyarlı olmak durumundadır. Herşey hakkımızda hayırlı olsun ve Allah Devletimizin, Milletimizin yardımcısı olsun!.