Seçimler, Demokrasilerin nefes borusu gibidir. İnsanlar nasıl nefes almadan yaşayamazlarsa Demokrasi de seçim olmadan varlığını sürdüremez. Şimdilerde biz işte o sürecin içindeyiz. Parlamento seçim tarihini 3 Kasım 2002 olarak belirlemiş seçim takvimi de tik tak işlemeye başlamıştır. Ama yine de, kim oldukları önemli değil, birileri çıkmış kuyuya bir taş atmıştır. Herkes kuyunun etrafına toplanmış, ortalık birden karışmıştır. Kimileri atılan taşı çıkarmak, kimi başkaları da kuyudan çıkacak taşın cinsini, rengini görmek istiyor. Ama ikisinin de artık çaresi yoktur. Ok bir defa yaydan çıkmış TBMM kararını vermiştir. Taşın cinsi de renkleri de ancak 3 Kasım akşamı belli olacaktır. Tam seçim ortamında şimdi bu kalabalık arasına bir de "Küskünler Grubu"nun karışmış olması esef vericidir. Troyka Hükümeti zaten sallanıyordu. Sürücüsü yaşlı ve hasta, dizginleri tutamaz hale gelmişti. Ne ise ki tam devrilmeden arabayı bir kenara çektiler.. Telaşlı, biraz da endişeli bir bekleyiş ve hazırlık dönemi başladı. Herkes kendine bir çeki düzen vermek, 3 Kasım kapısından derli toplu geçmek istiyordu. Yoksa yolda kalmak, yahut "Sıknefes" olmak mukadderdi. Kimileri kendilerince daha güvenceli yerlere taşınıyor, kimi başkaları ise aralarında ortaklıklar kurmaya çalışıyordu. XXI. yüzyılın üçüncü sonbaharında Türkiye böyle dağınık bir düzende, küreselleşen dünyada yerini tayin edebilmek için büyük ölçüde 3 Kasım 2002 seçimleri sonuçlarını bekliyor. Dolayısı ile bu seçim hem bizim için hem de muhtemel AB partnerlerimiz, için büyük önem taşımaktadır. Zira yanlış veya doğru, şu sıralarda AB'ye yapılan kimi görev, kimi özel, ziyaretler seçim kampanyasını oralardan başlatmış gibi bir görüntü vermektedir. Konuyu biraz daha açmakta, değişen küreselleşen bir dünyadaki yerimizi tam olarak vurgulamakta fayda görüyoruz. XX. asırda iki büyük dünya savaşı oldu. Savaş sonrasında Avrupa'da Faşizm ve Nazizm silindi. Yalnız Avrupa değil bütün Dünya Batı-Doğu diye ikiye bölündü. İki Blok arasında Soğuk bir Savaş dönemi başladı. Bu 1990'lara gelinceye kadar böyle devam etti. Aradaki duvar yıkılmasından sonra siyasi ve ekonomik ideolojiler etki-tepki yolu ile birbirine karıştı. Marx'ın sosyalizmi ile Adam Smitih'in Liberalizmi bir potada kaynadı. İkisi de yeni giysiler içinde birbirinin modasına uydu. Aradaki klasik ayırım çizgisi kalktı. Biri ne ise öteki de biraz ondan oldu. Hükümet programları birbirine benzedi. Soğuk Savaş döneminde Avrupa'da daha ziyade Sosyal-Liberal sentezi üstünlük kazanmıştı. İktidarlar çoğunlukla Sosyal Demokratların tekelinde idi. Şimdilerde daha ziyade Merkez-Liberal partilere doğru kaymaya başladı. Sol uç partilerin nerede ise kapılarını kapayacak kadar erimeye başladığı bu dönemde özellikle yabancı karşıtı sağ-uç partilerin belirli hatta tehlikeli boyutlarda gelişmekte olduğu izlenmeye başlandı.. Geçen İlkbahardaki Fransa seçimlerinde aşırı sağcı Le Pen, oyların %16.86'sı ile Cumhurbaşkanının eteklerine 2 puanla yapışıvermesi, başbakan Jospin'i saf dışı bırakması, bütün AB ülkelerinin yüreğini ağzına getirmişti. Diğerlerinde %10'lar civarında olan bu nispet, Avusturya'da %26.91, en son Hollanda'da ise %34'e kadar yükseldi. Ama seçim sistemleri hiçbirinde aşırı sağ parti iktidarlarına müsaade etmedi. Çok şükür bizde böyle bir ihtimal mevcut değildir seçim ve siyasi partiler kanunu yazık ki henüz çıkarılamadı. Bunun sonucu oyların pek çoğu çok geniş bir yelpazede dağılmak suretiyle boşa gidebilir. Şimdilik çaresi Merkez-Sağ ve Merkez-Sol oyların toplanması gibi görünüyor. Bu nasıl olacak? Liderler, politikacılar bunun çarelerini araştırıyorlar. Sanırım asıl çareyi Halk seçim sandıklarında kendisi bulacak. Bu konuda bizce "Makul çoğunluk" sağda ve solda AB Uyum Kanunları çıkarılmasını sağlayan oyların bir araya getirilebilmesi ile oluşacaktır!. Bu beklenti içinde seçimlerin Milletimiz için hayırlı olmasını diliyoruz!.