Politikada bu üç anahtar kelime bu yıl bizim dışımızda her yerde pek çok konuşulur oldu. Yeni yılın başından beri herkes bunları söylüyor, yazıyor ve birçokları da bunların içinde yaşıyor. Sanırım bu kelimelerin sadece bizde dokunulmazlığı var. Nerede ise tabu sayılacaklar!. Ecevit başkanlığındaki üçlü hükümet ne zaman başı sıkışsa, yahut ne zaman bir açmaza girse mazereti hazır hemen "Bu hükümetin alternatifi yok!.." deyip çıkıveriyorlar işin içinden. Demokrasilerde alternatifi yok diye iktidarda ayak sürüyip direnen hangi ülke var? Bunu bu sözü söyleyenler de pekala biliyorlar, ama bir bahane diye kullanıyor olmalılar. İhtimal bu söz belki bugünkü Hükümet ile sınırlı kullanılıyor olabilir. Bu takdirde doğrudur biz de katılırız ama 550 kişilik bir parlamentodan başka bir başbakan bulamıyoruz deniliyorsa buna kimse inanmaz.. Bakın kamuoyuna.. Keşke Anayasamız imkân tanısa idi de Kemal Derviş Başbakan adayı olarak ortaya çıkabilse idi!.. Parti farkı gözetmeksizin arkasından gidecekler, yahut destek verecekler ne kadar çok olurdu!. Aranan alternatif de kendiliğinden bulunmuş olurdu.. Ne ise boş yere varsayımlar üzerinde kafaları karıştırmayalım. Bu Hükümet yaşlı başlı, deneyimli, şair ve ince ruhlu Ecevit'in arkasından gidebileceği noktaya kadar sürüklenip gidecek. Arada bir sıkıştığı zamanlar olursa Başbakanımız Devleti Devlet Bahçeli şapkasının altında özel yardımcısına emanet edip ya Makedonya meselesini halletmek için Üsküp'e yahut Catalan şarkılarına güfte olabilecek nitelikteki romantik şiirlerini İspanyol dostlarına sunabilmek için Madrid'lere kadar gidecek ve bizler de ne olup bittiğini ancak TV ekranlarından ezile büzüle ve hiç kuşkusuz üzüle üzüle izleyebilecektik!. Alternatifsizlik, eğer Hükümeti oluşturan üç parti ile sınırlı tutuluyorsa buna bizim de bir itirazımız yok!.. Bir defa genel seçimlere daha üç yılımız var, kimsenin de acelesi yok, eğer bir erken seçim olursa gideceklerden kaçının yeniden geleceklerini bilenimiz yoktur. Parlamentodakiler halen yerlerinden, hallerinden memnun görünüyorlar. Bizde durum böyle de, sanki başka ülkelerdeki daha mı başka? Değil ama hemen her yerde bir kıpırdanma, bir hareket görülüyor. Şimdi sizler gazetenizi okumakta olduğunuz şu sıralarda 40 milyon İtalyan seçmen 630 milletvekili ve 318 senatörü seçmek için sandık başlarında toplanmaktadırlar. İtalya'daki hemen tüm Radyo-televizyon kanallarını hükmü altında bulunduran ülkenin en varlıklı insanı ülkeyi yönetmeye taliptir. İsmi, cismi ve daha önemlisi fikri Mussolini'ye çağrışımlar yapan medya patronu Silvio Berlusconi eğer tahmin edildiği gibi sağlam bir Hükümet kurabilecek sayıyı bulursa bu AB içerisinde büyük problemlere yol açacak!.. Berlusconi'den kurtulmak Avusturya'daki Haider olayındaki kadar kolay olmayacak. AB'de dengeler bir hayli sarsılacak!.. İngiltere'de Tony Blair, İspanya'da Aznar ve hatta Almanya'da Schröder erken seçim hesapları yapıyorlar. Amaçları giderek küreselleşen dünya yönetiminde daha sağlam bir sandalyeye oturabilmektir. Fransa'ya gelince parlamento seçimlerinin, iddialı bir provasını yerel seçimlerde yaptı. Jospin'in Sosyalist Partisi Fransa'yı pembeye dönüştürecek deniliyordu. Sağdaki partiler ikiye hatta üçe bölünmelerine rağmen ülke çapında ekseriyeti kazandı. Sosyalistlerin kırmızısı solar gibi oldu. Sadece Paris ve Lyon gibi geleneksel olarak De Gaulle'cüler elinde olan iki büyük şehrin belediye başkanlıklarını kazandılar. Savaştan bu yana komünistler ile birlikte ellerinde tuttukları Marsilya Belediyesi'ni ise sağcılara kaptırdılar. Bu başarı da onların becerisinden çok sağcıların tamamen şahsi sebepler yüzünden aralarında bölünmüş olmaları yüzündendir. Eğer ikinci turda sağ partiler listelerini birleştirebilselerdi, eski durum değişmeyecekti. Yerel seçim sonuçlarının henüz doğru dürüst bir değerlendirmesini yapacak kadar yeterli zaman geçmedi. Ama Jospin'in süngüsü düşer gibi oldu. Artık parlamento seçimlerini başkanlık seçimlerinden önceye almak gibi heves ve iddialarından vazgeçer gibi oldu. İngiltere yeni bir erken seçime giderek AB'de tek paranın uygulanmaya başlamasından önce iktidarda olmanın avantajlarından faydalanmak istiyor olmalı. Tony Blair'in peşinden Almanya'da eyalet seçimleri yapılacak. Schröder iktidarını uzatarak perçinlemek istiyor!.. Kazanırsa arkasından erken genel seçimler de gelecek!.. Avrupa'da durumunu güçlendirmek istiyor. Aklıma NATO kurulurken Genel Sekreter eski İngiltere bakanlarından Lord Ismay'in bir tarifi geliyor. Aslında NATO için söylenmiş ama şimdilerde daha çok AB için tekrarlanıyor: "ABD bu topluluğun içinde, Rusya dışında olacak. İngiltere mutlaka ve süresiz olarak Avrupa'nın içinde, Almanya ise fazla güçlendirilmeden kontrol altında kalacak!.." Bu sözler Küreselleşmenin giderek genişlediği bir ortamda daha da güncel bir anlam ifade ediyor. Bugünlerde "Avrupa Günü" kutlanıyor. Bize göre Avrupa Birliği savaştan bu yana geçen elli yıl içinde hayli yol aldı. Ama bu sonuncu deneyimin gerçekten başarılı olabilmesi için "Avrupa kavramı"nın Türkiye'yi de kapsadığı ve ayrıca muazzam Asya kıtasının Batıya doğru bir uzantısı olmaktan başka bir ayrıcalığı bulunmadığı gerçeği idrak edebildiği ölçüde başarılı olabileceğini düşünüyoruz.