Seçimi erteleme hevesleri!..

A -
A +

Tatilde olan TBMM olağanüstü toplandı. 3 Kasım 2002'de seçim yapılmasını karara bağladı ve tatile döndü. Anayasa gereğince kendiliğinden 1 Ekim tarihinde toplanarak teşrii görevine devam edecek. Bu arada önümüzdeki seçimler için yeterli hazırlıklarını yapamamış olan bazı partiler ile aday olamayacaklarını anlayan bazı vekillerimizin kursaklarına seçimi erteleme hevesleri düşmüş olmalı ki, şimdilerde ortalıkta bunun lafı, dedikodusu yapılıyor. Peşin peşin söyleyelim: Gerçekten böyle bir hevesi olanlar varsa onu kursaklarında saklamaya mahkumdurlar. Bütün akar sular yükseklerden düzlüklere, nehirler de hep denizlere doğru akar. Nehirleri tersine akıtamazsınız. Bu bir tabiat ve fizik kanunudur.. Musluktan akan suyu yeniden musluğa sokamazsınız. Bu tabiat kanunlarına ve eşyanın da tabiatına aykırıdır. Tabiatte geçerli olan, siyasette de haydi haydi geçerlidir. Buna rağmen yine de denemek isteniyorsa bunu küskünlere yakışan beşeri bir zaaf olarak değerlendirmek gerekir.. Şimdilerde bunun yakın örneklerinden birinin içinde yaşıyoruz!. Seçim sathı mailine girdik. Ama hâlâ, rölantide çalışan bir motor gibiyiz. -Yüksek Seçim Kurulu- hariç çok yavaş hareket ediyoruz. Seçimlere katılacak siyasi partiler kendi aralarında itişip kakışmaktan seçimleri düşünmeye vakit bulamaz gibi bir durum ve durum içinde görünüyor. Partilerin içi boşalıyor, yenileri kurulmaya çalışılıyor. Bu arada semt semt kurulan pazarlarda aday alış verişleri yapılmaya çalışılıyor.. Jeopolitik gereklere uygun düşecek bir seçim kanunu hazırlayamamış olmanın sıkıntısı içinde partiler arası ve partiler içi Palyatif tedbirlere ve pek hoş olmayan pazarlıklara şahit oluyoruz. Seçimlerin ertelenmesi karşılığında Başbakanlık koltuğunun teklif olunduğu gibi yakışıksız iddialarla karşılaşıyoruz. Umarız yalan veya yanlıştır. Zira böyle bir davanış Demokrasi adâb ve ahlâkı ile uyuşmaz!. Partiler arası muvazaalı İttifaklar Partilere İltihaklar, ve kimi Anshluss ihtimali taşıyan toplu katılımlardan söz ediliyor. Bütün bunlar ülkemiz, Milletimiz ve özellikle artık rüştünü çoktan ispat etmiş olması gereken Demokrasimiz bakımından yanıltıcı da olsa esef verici kuşkuların ortaya çıkmasına neden oluyor. Tabii çok yazık oluyor. İşte bu ahval ve şerait içerisinde dahi seçmen vatandaşlarımıza çok iş düşüyor. Siyaseti artık eskimiş, pörsümüş liderler sultasından kurtarıp herşeyi yerli yerine oturtmanın zamanı artık gelmiştir!. Dünyanın her şeye rağmen giderek, ve bütünleşerek küreselleşmeye başladığı şu dönemde kaybedecek fazla bir zamanımız yoktur. Anladık biz bize benzeriz, İngilizler gibi ferdiyetciyiz, kendi başımıza buyruk hareket etmeyi severiz. Hepsi doğru ama nehirleri de tersine akıtamayız!. Bunun bilinci içinde olmak zorundayız. Bakmayınız siz, kim söylerse söylesin. Ekonomiyi politikadan ayıracağız, sosyal olanı başımızda taşıyacağız gibi seçim pazarlarına dökülen beyanlara!. Bu üç kavramdan hiçbirini birbirinden ayıramazsınız. Her üçü bir arada şekillendiği zaman bir kıymet ifade eder. Ekonomi dediğiniz hâlâ üniversitelerde "Ekonomie Politique" adı altında okutulur. Yalnız çeşitli ekollerin sıralanmasında sağdan sola, soldan sağa kaymalar kaydırmalar olabilir.. Olmuştur da bu, daha ziyade birbirine özenmenin, karşılıklı etkilenmenin doğal sonucudur.. Başka değişiklik yoktur!. Şu sıralarda hangi TV kanalını veya programını açsak gülen sevimli yüzü, ve tatlı sözü ile bir Derviş zat ile karşılaşıyoruz!. Biraz daha devam ederse korkarım sonunda hayal kırıklığına uğrayacağız. Daha az konuştuğu zaman daha mı etkileyici idi ne?! Bu gerçekler ışığında başımızı şöyle bir kaldırıp yanımıza yakınımıza, özellikle Batı'ya ve özelde halen aday olduğumuz, dolayısı ile hısım akraba sayılabileceğimiz AB ülkelerine baktığımızda görülecek manzara şudur: İkinci Dünya Savaşından bu yana sağ ve sol partiler adeta sıralı ve muntazam bir münavebe ile iktidarı paylaşmışlardır. Savaş sonu Hükümetlerde Sağ-Sol karışımı bir görüntü vardı. Arada aşırı solcular da görünüyordu. Alman işgali altında kalmış olan ülkelerde "Düşmana Karşı Mukavemet" hareketi mensubu aşırı solcu ve Komünist örgütlerin büyük emeği geçmişti... Bu bakımdan savaş ertesi kurulan hükümetlerde Komünistler de yer almış, hatta Fransa gibi bazı yerlerde Başbakan Yardımcılığı koltuğuna kadar bile oturabilmişlerdi. Bu durum Avrupa'nın üzerine bir Demir Perde ininceye kadar devam etti. Sonraları iş sıraya biner gibi oldu.. İlk işaret beklenmedik şekilde İngiltere'den geldi. Potsdam Konferansının tam orta yerinde zafer sembolü sayılan Winston Churchill kendi seçmenlerine yenilerek iktidardan düştü. Yerine İşçi Partisi Başkanı Atlee geldi. Avrupa yavaş yavaş pembeye boyanır gibi oldu. Sosyal İktidarların sembolü İspanyol Felippe Gonzales idi. Herkes Mitterand dahil ona benzemeye çalıştı. Bu dönemden sonra Merkez Sağ rüzgarları esmeye başladı. Gonzales gitti yerine Margareth Thatcher örneği J. M. Aznar geldi. Şimdiki halde AB ülkeleri bu rüzgarın altındadır.. Merkez Sağ iktidarların gelişi beraberinde Irkçı ve Yabancı düşmanı aşırı Sağ'ı getirdi.. Şimdiki halde AB ülkelerinde eski Sağ-Sol çekişmesinin yerini Fransa'da olduğu gibi Merkez Sağ ile Aşırı Sağ uç Partiler arasındaki çekişmeler yer almaya başladı. Çok şükür bizde şimdilik olsun böyle beklenmedik bir ihtimal yoktur. 3 Kasım seçimlerinde Merkez sağdakiler de Merkez soldakiler de kendi benzerleri ile mücadele edeceklerdir. Seçim sandıkları bütün bu ihtimallere açıktır. Umudumuz ve yürekten dileğimiz Halkımızın müsellem ve denenmiş sağduyusunun bu seçimden en hayırlı olanı çıkarabilmesindedir!.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.