Geçen 1 Mayıs'ta İrlanda'da da AB panayırı veya festivali vardı. İrlanda, dönem başkanı olarak AB'ye yeni alınan 10 ülkenin Birliğe katılması sebebiyle ülkesinde büyük merasim düzenlenmişti. Genişletilmiş Avrupa'nın doğuşu şehrayin görüntüsünde şenliklerle kutlandı. Havai fişekler, 25 ülke insanlarının hepsini doyuracak cins ve miktarda yemekler, içecekler vardı. Araya Bulgaristan ve Romanya'dan sonra aynı birliğe talip ama ne zaman girebileceği şimdilerde "Yunan Takvimi" ve Kıbrıs Rumlarının keyfine bağlanmış bir Türkiye'nin Başbakanı da sıkıştırılmış bulunuyordu. İrlandalılar kaba saba ama kabadayı insanlardır. Başbakanımızı alaturka kucaklayarak karşıladılar! Ona yabancılık hissettirmediler!.. Hemen başta söyleyelim AB iyi ve faydalı bir kavramdır. Sonuna ne kadar yaklaşırsanız o kadar daha uzaklaştığınızı hisseder hatta görürsünüz!. Bununla beraber yine de Türkiye olarak bu kavramın, oluşumun içinde olmamızda faydadan da öteye bir zorunluk vardır. Coğrafyadaki yerimiz nerede olursa olsun biz Avrupalıyız, Avrupa'da olmak durumundayız!.. Bir gerçeği daha dile getirelim; AB'ye katılım konusunda geçmiş iktidarlardan hiçbiri şimdiki kadar kesin bir siyasi irade ortaya koymamıştı. Helsinki Zirvesinden sonra Türkiye'nin gayretini de hiçbir aday ülke gösterebilmiş değildir. *** Efendim hepinizin de bildiği gibi Avrupa Birliği fikri tarih kadar eskidir. Kökleri mitolojinin derinliklerine kadar iner. Krallar, imparatorlar, papalar, papazlar, hükümdarlar, cengaverler, yazarlar, çizerler, filozoflar hepsi hepsi bu amaca varmak için çaba sarf etmişlerdir. Hiçbiri başarılı olamamıştır. En son deneyim İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden sonra hayatta ve ayakta kalabilen, üç beş akıllı adam tarafından başlatılmıştır. Onların da hedefi AB değil, sadece bir daha savaş olmasın diye aralarında anlaşmaktı. Savaş suçlusu olarak kömür ve çelik bulunmuş. 1950 CECA anlaşması ile ikisini de kontrol altına alınca herşey kendiliğinden düzelecek sanılmıştı. Ortaya zamanla şimdiki AB çıktı. *** İşte böyle bir ortamda eğer "Birileri" yaşıyor olsa idi ve kazara yolu İrlanda'ya düşüp şu AB karnavalını izlemek fırsatını bulsaydı neler düşünür neler söylerdi? diye şöyle bir hayal ettik... İkinci Dünya Savaşı'nı eylül 1939'da başlatan Almanya'nın Reichsführer'i Adolf Hitler İrlanda şenliklerini görünce güler mi idi? Yoksa ağlar mı idi? Adam gücünü, esatirden kaynaklanan bir tarih ve adalet anlayışından alıyordu. Irkının üstünlüğüne, askerlerinin gücüne inanıyordu. "Herkesin müstemlekesi var benim yok!" diyordu. "Ren bir nehirdir ama benim sınırım değildir" diyordu. Gırtlağını yırtarcasına "Labensraum" diye haykırarak milletine bir "yaşam sahası" arıyordu. 1 Eylül 1939 sabahı Polonya'ya saldırırken aklında bugünkü Avrupa Birliğini oluşturan ülkeler ve insanları vardı. Başlarken elli milyon nüfusu var yoktu. Ren nehrinin gerisinde sıkışmış kalmıştı. 1942 yılında 6 milyon kilometrekarelik arazi üzerinde bugünkü AB üyesi ülkelerin hemen tümü hükmü altında idi. İngiltere zaten Manş denizinin ötesinde idi. Akdeniz adalarını bile ele geçirmiş, Kıbrıs Malta gibilerine de tenezzülü olmamıştı!. *** Şimdi o "birileri", İrlanda festivalini görünce, belki de "Ne vardı sanki şu Rusya'ya saldıracak, başımı belaya sokacak? Avrupa Birliği'ni kurmuştum." Ne Konseyi ne Komisyonu, ne zirvesi ne parlamentosu ne de vetosu olmayacaktı!. diye düşünmüş olabilirdi?.. Tabii bütün bunlar bir siyasi fanteziden ileri gitmeyen hikayelerdir. Ama dışarıdan bakanlar belki daha gerçekçi düşünecekler, Hitler ordularının silahla yapamadığını Alman ekonomisi, Doyçe Mark'ın gücü ile başardı! diyeceklerdir. İrlanda ziyaretinin Başbakanımız bakımından, özellikle Kıbrıs Rumlarının ve Papadopulos'un gerçek yüzü ve tutumu konusunda öğretici olduğunu sanırım. Şu anda binlerce Türk kamyonunu Avrupa yollarında bekleten Papadopulos virüsüdür. Bu bir işarettir... Şu saatte Başbakanımız Atina'da dostluk ve işbirliği arayışındadır. Eğer aradığını bulamazsa, sanırım işin en sonunda varılabilecek nihai çözüm Adanın iki bölümü arasına yeşil hat yerine doğru dürüst bir Türk Yunan sınırı koymak olacaktır!. Bu ihtimali göze almadan ada Rumları ve Papadopulos gibileri ile uzlaşmak bir hayal olur. Dış politikada ve özellikle AB'ye katılım konusunda "uslu çocuk" veya kimilerinin söylemek istediği gibi "AB ne derse yapmaya hazır bir "Yanaşma Aday" görüntüsü vermekten dikkatle kaçınalım!. Başbakan Erdoğan'ın da ifade ettiği gibi Türkiye bu potansiyeli ile akarsular gibi mutlaka mecrasını bulur!