Tatil dönüşü...

A -
A +

Marmaris'in mavisinde, yeşilinde ama en çok kavuran güneşinde geçirdiğimiz bir kaç haftalık yaz tatili hayırlısı ile sona eriyor.. Aklıma Yahya Kemal geldi. Vaktiyle Manisa'daki Bağevimizde kendisini ağırladığımızda Galatasaray'ı bitirmek üzere olan bir çocuk sayılırdım. Sözünden, sohbetinden ve özellikle ben, şiirinden faydalanmak fırsatını bulmuştum. Şiirlerinde hakim olan unsur, Paul Verlaine de olduğu gibi önce "ahenk" idi. Bunu kendisine söylediğimde çok sevinmişti. Her mısraı romantizmin en ince melodilerinden, Mehter Marşının mehabetli ahengine kadar uzanırdı. Bunlardan çoğunu ezberden okumuştum. *** Yahya Kemal, Mustafa Kemal gibi Makedonyalı idi. Üsküpte doğmuştu. Atatürk onu çok sever ve himaye ederdi. Aldı onu sefir-i kebir yaptı, milletvekili yaptı. Y. Kemal Şair Nedim gibi İstanbul'a aşıktı. Sık sık Ankara'dan kaçar İstanbul'a gelirmiş.. Birgün kendisine sormuşlar: Şu Ankara'nın en çok nesini seviyorsun? Hiç düşünmeden cevap vermiş: "İstanbul'a dönüşünü.." demiş.. İnanın, tatilin de en tatlı tarafı "Eve dönüş"tür. Ne kadar mütevazı olursa olsun insanın kendi evi kadar tatlı olanı yoktur. *** "Siz Shakespeare'i tanır mısınız?" Sevgili okuyucularımdan çok özür dilerim.. Bu soruyu vaktiyle bana sorulmuş olduğu gibi patavatsızca sordum. Kabahat Türk mizahının unutulmaz isimlerinden "Bal Mahmut-Mahmut Baler"dedir. Efendim, çok yıllar oluyor. Üçüncü Cumhubaşkanımız Rahmetli Celal Bayar'ın "Dalya" diyerek yüz yaşına basması şerefine rahmetli Kemal Ilıcak ile refikası Nazlı Ilıcak, Hilton'da büyük bir akşam yemeği veriyorlardı. Lutfetmişler, karı koca bizleri de davet etmişlerdi. Smokinli resmi yemekte davetliler için kıstas zannediyorum, üçüncü Cumhurbaşkanımızın yanında, yakınında, maiyetinde veya sahabetinde bulunanları bir araya getirmek idi. Harika bir organizasyon yapılmış, masalar numaralı, belli idi ki ev sahipleri maddi hiçbir şeyi ihmal etmemişlerdi. Girişte Bayar'ın çeşitli vesileler ile çekilmiş fotoğraflarından oluşan bir galeri yapılmıştı. Herkes önce onları seyrediyor, daha çok "acaba kendisini görebilir mi?" diye arıyor sonra salona giriyordu. Gelenler çok kalabalıktı. Davet edilenlerden fazlasının da geldiği izlenimi hakimdi. Gerçekten de öyle imiş. Kendisini Bayar'a yakın hissedenlerden duyanlar kalkmış gelmiş. "Burası otel değil mi? Parasını verir biz de Celal Bayar'la birlikte yemeğimizi yeriz" demişler. Masadaki isimler bir hal ile kaybolmaya, herkes bulduğu yere oturmaya başladı. Biz erken gittiğimiz için yerimizi çabuk bulmuş, oturuvermiştik. Masada bizden başka, Bayar'ın eski kalem-i mahsus müdürü ve eşi, Büyükelçi Muharrem Nuri Birgi, Bal Mahmut namı ile maruf Mahmut bey ve refikası vardı. Masamız hemen kapının yakınında idi. Geç gelenlerden bazıları ile selamlaşarak münasip surette laflaşıyorduk. Merakımız onların nereye ve nasıl oturacakları konusunda toplanıyordu. Bir ara rahmetli Nejat Eczacıbaşı ile refikası masamızda duraklar gibi oldular. Zarif insanlardı. İsteselerdi biraz sıkışıp aynı masada oturabilirdik. Türkiye'nin bu en zarif çifti kendilerinden emin, "Beni nasıl olsa tanırlar, yerimizi gösterirler.." diyerek uzaklaştılar. *** Teklifi yapan Bal Mahmut içerlemiş olmalı idi. Biz, acaba nereye oturacaklar? diye merak ederken Bal Mahmut bana hitaben yüksek sesle "Oğuz bey siz Shakespeare'i tanır mısınız? deyiverdi. Cevap vermekte haklı olarak tereddüt edince, cevabını kendisi verdi: "Üzülmeyin canım o sizi nasıl olsa tanıyordur.." deyiverdi.. Sonunda sanırım rahmetli Eczacıbaşı, Bal Mahmud'un davetini reddetmiş olduğuna pişman olmuştu. Ama bu gibi hallerde geri dönüş yoktur. *** Celal Bayar'ın "Dalya" daveti çok neşeli geçti. Ufak tefek aksamalar bu gibi Büyük vesilelerin aksesuarları gibidir. Ev sahiplerimizi hepimiz yakından tanıyorduk. Nazlı Ilıcak'ı henüz çocuk denilecek yaşlarda bir genç kız olarak tanımıştık. Ankara'da zarif, kültürlü Çavuşoğulları çiftini tanımayan sevmeyen yoktu. Her Meclise önce zarafetleri ve saygın kişilikleri ile girerlerdi. Nazlı'nın dayısı Turhan N. Keşanlı yakın arkadaşımızdı. Mükellef bir Cumhuriyet valisi, sonra da saygın bir bakanlık yapmıştı. Nazlı yaşamında siyasete adeta istemeyerek, fakat babasının siyasi vokasyonu istikametinde bir vizyon ile girdi. Bunun gerektirdiği herşeyi korkmadan çekinmeden yaptı. Misyonu vizyonuna uygundu. Bence doğru olanı yaptı ve başarılı oldu. Sonunda yargının duvarına çarparak siyasetten uzaklaştırıldı... Tatil dönüşü Nazlı Ilıcak'ı arayacağım. İyi dileklerimi sunacağım.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.