Geçen 'Millenium'un sonuncu yüzyılında "Dünya savaşı" diye tanımladığımız iki büyük savaş oldu. "Oh barış geldi" derken bu iki savaşın galipleri arasında "Soğuk Savaş" diye anılan ne barış ne savaş sayılan tuhaf bir dönem yaşadık. Stalin'in Kuzeyde Stettin'den aşağıda Triyeste'ye kadar uzanan çizgisinin sağında kalanlar bizim, Batısında kalanlar geri kalanların sayıldı. Churchill bu çizginin isim babasıdır. Bunu Avrupa üzerine çekilen bir "Demir Perde" olarak tanımladı. Tabir hem literatürde hem tarihte tuttu. Glasnost-Perestroika dönemine kadar böyle geldik Sovyetler Birliği nefes darlığından tarihten silindi. Yerini Rusya Federasyonuna bıraktı. Ruslar yeni sevdalarını barıkıp eskilerine döndüler Mavera-yı Kafkas kılık kıyafet değiştirdi. Avrasya dediğimiz sevimli ülkeler oluştu. Devlet adamı vasıflarına ve siyasi vizyonuna hayran olduğum Süleyman Demirel herkesten çok sevinen oldu. Artık "Adriyatik'ten Çin Seddi'ne kadar Türkçe konuşa konuşa yol alabilirdik!" Bu süreci yazık ki gereği gibi değerlendiremedik. Nedenleri bu yazıya sığmaz! Bu değerlendirmeyi sanırım okuyucularım daha kolay yapabileceklerdir. *** Savaşlar bitti ama Barış bir türlü gelmek bilmiyor. Savaş sonunda BM örgütünü kuran San Fransisco Anlaşmasını imzalayan Türk heyeti Başkanı Rahmetli hocam Dışişleri Bakanı Hasan Saka'ya Fransa'da refakate memur edilmiştim. Birlikte karayolundan Marsilya'ya giderken Fransız hükümeti bizi güzergah üzerinde çok ünlü bir lokantaya davet etti. Burası fevkalade güzel bir park içeresinde muhteşem bir köşktü. Sahibesi yarım asrı geçen güzelliğini Fransız Kozmetiğinin gayreti ile hâlâ muhafaza ediyordu. Bizi karşılarken salonda bacağından zincirle bağlanmış bir Papagan bağırıp duruyordu. "Hâlâ savaştayız!.. Hâlâ savaştayız!" "Ç'est encore La guerre!" Ev sahibesi mahcup oldu. Bir barış konferansından geldiğimizi biliyordu. Ama papağan oralı değildi. Savaşın bittiğine inanmıyormuş gibi bir hali vardı. Madam özür diler gibi anlattı. O kadar uğraşıyorum "Artık barış geldi" "Ç'est enfin La Paix" demesini öğretiyorum hiç oralı olmuyor, belki de inanmıyor! demişti. Herkesin kendine göre bir aklı var papağanınki sanırım bizlerinkinden daha fazla idi! *** Savaştan sonra savaşı önleyecek tedbirler araştırıldı. Savaş suçlusu olarak kömür ve çelik bir kontrole tabi tutuldu. Almanya bir daha eski hali ile hortlamasın diye Avrupa Ekonomik Topluluğu kuruldu. Askerî gücü sınırlandı. Fakat hepsi yine eskisine dönüştü. 1939'da savaş başladığı zaman Almanya'nın yüzölçümü bizimkinden azdı. Nüfusu ise bizim şimdiki civarında idi. 1942'de Alman orduları 6 milyon kilometre kare bir mesahada şimdiki 25 üyeli Avrupa Birliği'nin nüfusu olan 450 milyona hükmediyordu. Anlatmak istediğim durumda pek bir değişiklik görünmüyor. AB Komiseri Verhugen Türkiye'de, Kimimize gülücükler, hatta öpücükler, kimi başkalarına ise kripto tehdit mesajları dağıttı. Şunun şurasında birkaç hafta kadar bir şey kaldı kalmadı. Külahımız önümüze düşecek! *** Terör tedhiş anlamındadır. Korkutmak, ürkütmek, kim olursa olsun kadın erkek çoluk çocuk öldürmek etrafa korku salarak sindirmek ve emelleri ne ise ona ulaşmak anlamındadır. Tarihi, tarih kadar eskidir. Günümüzde terörle mücadele bir savaş görüntüsü kazanmıştır. Ama şu farkla ki savaşın kendine göre tanınmış, herkes tarafından kabul edilmiş usulü, nizamı kanunu vardır. Riayet edilir, edilmez o başka ama dünya kamuoyu bunu öyle bilir. Terörün sağı solu, usulü adabı yoktur. Hile ve tuzağa dayanır. Savaşamazsınız çünkü adı adresi yoktur. New York'taki ikiz kulelerin, Irak'taki akılsız müdahalenin yanlış adreslere fatura edildiği şimdi açıkça anlaşılmaktadır. Terörün adresi malum olmadığı için ve ekseriya kimilerine sempatik bile gelecek giysiler içinde göründüğü için ona karşı global topyekûn bir savaş yürütmek de fevkalade zordur. "Bana zarar vermeyen yılan bin yaşasın" düşüncesi terörün belli başlı müttefikidir. Batı Osetya bölgesinde akıl almaz terör olayını hepimiz TV'lerden dehşetle izledik. Arada birileri çıkıp Putin'e serzenişte bulundular. "Niye teröristlerle müzakere etmediniz?" diye hesap sordular ve cevaplarını aldılar. TV'lerde o manzarayı seyredenler arasında bu şekilde düşünebilecekler olursa onları içtenlikle kınıyorum! Bilsinler ki bu çıkar yol değildir. Nerede yapılmış olursa olsun, ne sebeple yapılmış olursa olsun TERÖR Uluslararası bir suç sayılmalıdır. Yapanlar da iyi teşhis edilmelidir. Türkiye bu noktada halen fevkalade kritik bir noktadadır. Irak konusu halen her bakımdan güçlü olduğumuz bir bölgede bizi nerede ise utandıracak saldırılar, rehin almalar ve hatta öldürülmeler ile karşı karşıyadır. ABD ve NATO Afganistan'da El Kaide ve Bin Ladin peşindedir. Bu ülkede durum karışıktır. NATO Komutanlığı sırası ne hikmetse bize düşmüyor. Bir başka hikmet de tam cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacağı şu günlerde NATO kuvvetlerinin en üst düzey yöneticisi durumunda bizim değerli devlet adamlarımızdan Hikmet Çetin beyin orada görevde olmasıdır. Başkan seçiminde kimin kazanacağı şimdiden belli sayılıyor ama ben bunun olaysız geçebileceğine pek inanamıyorum. İnşallah her şey yolunda gider. Aldanan ben olurum.