Türkiye-Rusya ilişkileri ve Putin'in ziyareti!..

A -
A +

Rusya oldum olasıya Türkiye'nin en eski ve en güçlü komşusudur. Asırlar boyu birbirimizi tanır ve biliriz. Doğudan Batıya, kurak Orta Asya'dan, akarsular istikametinde yapılan akınlar, göçler, Cengizler, Atillalar, Arpadlar hep Rusya güzergahı üzerinden geçmişlerdir. Kız alıp, yolda kısrak değiştirmişiz. Rusya o zamanlar, hanlıklar, çarlıklar yönetiminde bölük pörçük bir ülke imiş. Bir hanedan ve yönetim şemsiyesinde birleşmeleri çok daha sonraları, kimilerin Deli Petro dedikleri, aslında deliden de çok daha akıllı bir çar olan Petro zamanında olmuş. 1071 Malazgirt'ten sonra neredeyse bin yıla yakın bir süre beraber ve yan yana komşu olarak yaşamışız. Dostluklar, düşmanlıklar oluşturmak insanların elinde, marifetindedir. Ama komşuları oluşturmak bir takdiri ilahidir, insanların elinde değildir. Sanırım aralarında sekiz dokuz defa silahlı çatışmalar, savaşlar olmuş kâh yenmiş, kâh yenilmişiz!. Osmanlı'nın çöküş döneminde bu savaşlar daha da sıklaşmış. *** Deli Petro, aslında çok akıllı bir adammış, kılık kıyafet değiştirerek Rusya'dan gizlice kaçar Hollanda'ya Fransa'ya gider, bazen gemi tezgahlarında bir işçi gibi çalışarak bir şeyler öğrenmeye çalışırmış. Bir gün Paris'te yine tebdili kıyafet dolaşırken ünlü Fransız politikacısı ve devlet adamı papaz Kardinal De Richelieu'nun beyaz mermer üzerine oturtulmuş bronz heykelini görmüş, koşmuş kardinalin heykeline sarılarak yalvarmaya başlamış, "Ne olur, diyormuş, ne olur bana Rusya'yı nasıl yönetebileceğimi öğret. Karşılığında sana ülkemin öbür yarısını bağışlarım!" Papaz herhalde ona "Komşularınla iyi geçin, iş birliği yap..." demiş olmalı ki, Deli Petro hemen Osmanlı Padişahı nezdine bir büyükelçi göndermiş. Amacı Karadeniz'de Türk-Rus ortaklığında gemi tezgahları kurmak ve işletmekmiş. O tarihlerde padişah sanırım 3. Mustafa, adama hiç yüz vermemiş. Büyükelçi, Çar Petro'ya verdiği yazılı raporda, "Osmanlı Padişahı Karadeniz'i hâlâ bakire cariyelerinin yıkandıkları bir saray havuzu olarak görüyor!.." yazmış. Her iki ülkenin ve insanlarının birbirlerini yakından tanıyabilmeleri ve mümkün olabilen ölçüde iş birliği yapabilmeleri Osmanlı ve Rus imparatorluklarının ayrı ayrı nedenlerle ama aynı zamanda, 1900'lü yılların ilk çeyreğinde dağılmalarından sonra mümkün olabilmiş. *** Bu haftaki yazımız yayına gireceği gün, Rusya Federasyonu Başkanı Putin ülkemizde olacaktır. Bu birkaç defa değişik nedenler ile ertelenen ziyaret bence tam zamanına rastlamıştır! Bu köşede sık sık söyleyip yazdığımız gibi "Politika fırsatlardan yararlanabilme sanatıdır" Yalnız hükümet değil, muhalefetle birlikte içine girmiş olduğumuz şu can sıkıcı ve bıktırıcı AB sendromu ile genelde Orta Doğu, özelde Irak'taki ABD kıskacı bizi dikkat ve teyakkuza davet ediyor. AB sendromuna çok üzülüyorum. Şahsen benim bir ömür sevdalandığım AB, şimdiki bu huysuz haddini bilmez AB acuzesi değildi. Ne ise konuyu saptırmadan bugünkü ziyarete devam edelim. *** Putin'in muazzam bir heyet ve tıka basa anlaşmalar mutabakatlar içeren dosyalarla gelmiş olması değerli bir fırsattır. İçine girdiğimiz bu toplumsal sendromdan kurtulmanın yolu bana göre buradan geçer!.. Dalgınlığa gelip bu fırsatı heba etmeyelim!.. Rusya Federasyonu'nun getireceği dosyaların içeriğini bilmesek bile tahmin etmek zor değildir. Bizce her iki taraf için hemen aynı önemi olan üç konu vardır. Terör, Orta Doğu düzenlenmesi (Irak ve Filistin dahil) yeni Orta Doğu düzenlenmesi ve nihayet iki ülke arasındaki ekonomik iş birliğinin geliştirilmesi. Bu sonuncusu üzerinde en kolay uzlaşma sağlanabilecek olanıdır. İki ülke arasında ekonomik iş birliğinin başlangıcı Sovyetler Birliği ile Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında başlamış İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında Stalin politikasının telkin ettiği korunma refleksi içinde duraklamıştır. 1950'li yıllarda Demokrat Parti hükümeti iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi yolundaki Rus telkinlerine ılımlı davranmış, fakat sayıca çok az olmasına rağmen CHP muhalefetini aşamamıştı. Kim bilir belki de iyi olmuştu. "Güçlü bir muhalefetten yoksun olan iktidarlar ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar "başarılı" olmak şansından yoksun kalırlar. Bu yönde desteklemek imkanını bulur. Bunun tersi, hem iktidar hem de muhalefetin çıkarlarına ters düşer. Vaktiyle Rus Çarı Deli Petro'nun Osmanlı Padişahı'na önerdiği Karadeniz'de iş birliği tasarımı aradan yüzlerce yıl geçtikten sonra rahmetli Turgut Özal zamanında hiç olmazsa şeklen gerçekleşti. Şimdilerde "KEİB" kısaltması ile anılan bu örgüt Boğazın karşı yakasında Halil Paşa Yalısında Karadeniz'e sahili olan ülkelerin ve bir de Yunanistan temsilcisinin katılımı ile çalışıyor. Yahut kim bilir çelişiyor. Bu konu ile bürokratlık dönemlerimizde görevlerimiz gereği rahmetli Turgut Özal'la konuşmalarımız olurdu. Her zaman aynı şeyi düşünmezdik. KEİB Anlaşması'nın imzalandığı günün akşamı Çırağan Sarayı'nın bahçesinde bir akşam yemeği vardı. Emekli olmama rağmen ben de davetli idim. Özal'ı masasının yanından geçerken saygı ile selamladım. Yanına çağırdı. "Nasıl şimdi memnun musun?" diye sordu. Ben de cevaben "İyi iyi ama burada Yunanistan'ın ne işi var?" diye sordum. Anlattıkları bu haftaki yazıma sığmaz. Allah kısmet ederse bir başka haftaya, inşallah...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.