Usanç ve utanç!..

A -
A +

Komşumuz Irak'ta olanı bitenleri çaresiz, görmekten, medyadan okuyup dinlemekten, seyretmekten bıktık usandık, kimileri de bundan utanacak, kendilerini affettirmeye çalışacaklar sandık. Aldandık!.. Adamlar bir vehim veya vesveseden ahkam çıkarıp "La guerre preventive" "Koruyucu savaş" diye bir doktrin ortaya atıyor, şunlar bunlar bana veya bize benzer başkalarına saldırabilirler iyisi mi ben daha evvel davranıp onlara saldırayım, kitle imha silahlarını ellerinden alıp onları ben imha edeyim, beğenmediklerimi ölü veya diri zararsız hale getireyim!. Bu nazariyeyi ortaya atan, acımasızca uygulayan şimdilerde dünyanın gelmiş geçmiş en büyük askeri ve ekonomik gücüne sahip ABD'nin Başkanı Bush'un uzaktan yakından bakıldığında, kalıbından kıyafetinden, lafından, yapısından böyle bir dehşete baş vurabileceği beklenmiyordu. Ama pişkin bir adam olduğu da biliniyordu. Ya gerçekten öyle idi, yahut da fevkalade sorumsuz hareket etmişti.. Ne kendi vatandaşlarının savaş karşıtı eylemlerini, ne BM Güvenlik Konseyini, ne Rusya'yı, Çin'i, Fransa'yı, Almanya'yı hatta ne de dünya kamuoyunun feryatlarını dinlemedi ya kendi bildiğini yahut da şahin gözlü yardımcısı Dick Cheney ile Savunma Bakanı Donald Rumsfeld'in önerip öğrettiklerini pervasızca ve acımasızca uyguluyordu...  Baba-oğul Bush her bakımdan benzeşiyorlar: On yıl ara ile ikisi de Irak'ta aynı şeyi yaptılar. Birincisi yani Baba Bush kalabalık bir Koalisyon oluşturdu. Bir milyonluk bir ordu ile geldi. Bölgede bir "Çöl Fırtınası" estirdi ve çekti gitti.. Beyaz Sarayı Clinton'a devretti. Florida'daki "Estancia" sığır çiftliğine çekildi. Estirdiği "Çöl Fırtınası"nın maliyeti 85 milyar dolar kadar bir şey tuttu. ABD bunun sadece %12'sini ödedi. Gerisi başta Suudi Arabistan olmak üzere diğer Koalisyon üyesi ülkeler tarafından karşılandı. Bu sefer ne olacağı merak konusu idi. Merakımız zail oldu. Bush çikolata tadındaki Dışişleri Bakanı Powell'ı bu işe memur etti. Adam çok deneyimli idi. Eski Genelkurmay Başkanı idi. Kimine ve yerine göre tatlı, gerektiği zaman da sert konuşmasını biliyordu. Savaştan sonra, bu sefer başka bir metodla ortaya çıktı. Kamuoyu anketi yapar gibi "Irak'ın yeni yapılanmasına ne gibi bir katkınız olabilir? Sorusu ile adeta "Cerre" çıktı. AKP Hükümeti, özellikle Tayyip Erdoğan ile yadımcısı Abdullah Gül buna ne cevap verdiler bilmiyorum. Gözüme kulağıma pek ilişmedi. Ama medyada iki haber dikkatimi çekti. Birincisi bir sayın bakanın sırf şahsi düşüncesi olabilecek bir safsata idi. Irak'ta müteahhitlerimizin kazanabileceklerini aklınca "kanlı para" olarak görüyor. "Mekruh" sayıyordu. Önemli saymadan üzerinde durmadım. Ama ikinci haberde gerekli tahsisat verildiği takdirde Kuzey Irak'ta asayişi sağlamak üzere bir kısım askerimizin orada görev alabileceği yazılıyordu. İrkilir gibi oldum. Gerektiği zaman gitmemiş, veya gidememiştik. Şimdi yerli halk, özellikle Şiilerin yabancı askerlere karşı giderek artan bir direniş ve tepki göstermeye başladıkları bir sırada bizim Kuzey Irak'a giderek Amerikan ve İngiliz askerine yönelen şimşeklere bizim askerimizin neden kendilerini siper edecek olmalarını anlamak kolay olmuyor!  Sırası gelmiş iken TBMM'nin tezkere kararlarını hâlâ ikide bir muaheze yollu hatırlatan ABD'li dostlarımıza dostça hatırlatmak istiyorum. Türkiye'de bu gibi kararlar Anayasa gereği TBMM'ye aittir. Bundan nerede ise 60 yıl önceleri, savaş içinde ABD Başkanı Roosewelt, İngiltere Başbakanı Churchill ve Stalin her defasında ayrı bir yerlere kartallar gibi konarlar, konaklarlar aralarında 3'lü toplantılar yaparlardı. Savaşın seyrini, sonrasını konuşurlardı. 1943 yılı sonlarında Stalingrad macerasından sonra Almanlar süratle gerilemeye başlayınca savaş sonu dönemin hazırlıkları öncelik kazandı.. 1943 Kasım sonunda üç büyükler Tahran'da toplandılar. Bu konferans sırasında Roosewelt, İnönü'yü iki gün sonra Kahire'de Churchill ile birlikte üçlü bir toplantıya çağırdı. İsmet Paşa işkillendi. "Eğer Tahran'da almış olabileceğimiz bir kararı bildirmek için çağırıyorsanız ben yokum!." dedi. ABD Başkanı güvence verdi "Eşit partönerler olarak aramızda konuşacağız!" diyerek ısrar etti. İsmet Paşa yanında Dışişleri Bakanı Numan Menemencioğlu ile Kahire'ye gitti. Beklendiği gibi Türkiye'nin daha fazla geç olmadan savaşa girmesini istiyor ve bizi Stalin ile tehdit ediyorlardı. İnönü "Savaşa girmek TBMM'nin kararına bağlıdır" deyince muhataplarının ikisi de gülmeye başladı. İsmet Paşa kızdı. Biz Demokrasi ile yönetilen bir ülkeyiz. Sizde nasıldır? Bilmiyorum ama bizde böyledir.. Savaş, asker yollama, yabancı asker konuşlandırma kararı Meclis'te alınır dedi. Yine güldüler. Churchill, "Sizin gibi muzaffer bir komutan bu kararı Meclisten çıkartamaz mı sanki?" dedi. Bunun üzerine İnönü kendisine şu tarihi cevabı verdi: "Siz Başbakan olarak on defa hata yaparsınız İngiltere'ye hiçbir şey olmaz!. Ama ben bir tek hata yaparsam bu memleket dağılır, batar!." Bu olayı şimdi anlatmamın nedeni 60 yıl önce bizzat Başkan Roosewelt'e anlatılan bir gerçeğin şimdilerde Başkan Bush ve Hükümeti tarafından hâlâ neden bu kadar hayretle karşılanmakta olduğunu sorgulamaktır. Yoksa birileri kendilerine bunun tersini mi söylediler.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.