Siz haritaya değil gerçeklere bakınız! Nerede ise sekiz aydır Amerika, askeri gücünün bütün heybeti ile Güney-Doğu sınırlarımızda, Irak'ta mekan tutmuştur. İkamet ve varlığının ne kadar süreceğini sanırım bugünkü durumda kendisi dahi bilmemektedir. Irak'a geliş sebebini dünya âlem biliyordu. Saddam ve rejimini, devirecek, Irak halkını bir zalimden kurtaracak ve ülkede demokrasiyi tesis edecekti. Bu amaçlardan bir gerçekleşti. Saddam'ın despotik rejimi devrildi. Irak halkı ondan kurtuldu. Fakat Amerika'ya da sanki kurtarıcı değil işgalci gözü ile bakmaya yer yer ona direnmeye başladı!.. Savaş askerlerin işi idi. Bunda başarılı oldular. Ama ülkeyi, özellikle bir Ortadoğu ülkesini yönetmek, demokrasiyi kurmak sivillerin ve siyasetçilerin işidir. Bu da dışarıdan değil ancak ülkenin içinden yerli halkın katılımı ile yapılabilirdi. Bu doğal olarak kolay bir iş değildi. Yerli halk temsilcilerinden kendilerine göre temsili bir "Hükümet Konseyi" kurdular, ama başına geçebilecek kimseyi bulamadılar. Birer aylık döner başkanlık sistemini uygulamaya başladılar. İlk olarak Irak Kürtleri arasından Şii olanı, Barzani'yi koydular. Sonra da Şii lideri bir Molla başkanlığı devir aldı. Irak'ta halk Saddam'dan kurtulmaktan memnun fakat işgalden şikayetçidir. Amerika böylesi durumlara alışıktır. İkinci Dünya Savaşı'nda ABD askerleri neresini kurtarmışlarsa aradan çok geçmeden "Yankee Go Home!" tepkileri ile karşılaşmışlardır. 1944-45 yıllarında İtalya'da, sonra Almanya'da daha sonra da Japonya'da aynı toplumsal tutumla karşılaşmışlardır. Hele geleneklerine çok bağlı olan bu sonuncu ülkede imparator, bir Amerikan generali, Mc. Arthur'un dört yıl süren Pro-Konsüllüğü altında tahtında kalarak bu geçiş dönemini kolaylaştırmıştır. Bu üç ülkede İkinci Dünya Savaşı'ndan önce yönetimler mevcut idi. Ama Irak'da durum öyle mi? Kuşkusuz ki değil. Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı İmparatorluğu'ndan zorla koparılmış, mandater İngiltere tarafından başa konulan kral, kısa sürede bir darbe ile öldürülerek yerine Saddam Hüseyin'in dikta rejimi gelmiştir. Halk, bir dini inançlar, değişik mezhepler ve bölük pörçük toplumlar manzumesi halindedir. Orada başa kimi koysanız diğerleri baş kaldıracaktır. Sanırım Amerikalı dostlarımız ve yeni komşularımız bu gerçeğin yeni yeni farkına varabilmektedirler!.. İşleri zordur. Bu işin içinden nasıl çıkabileceklerini düşünecek kadar bile vakitleri yoktur. Bir yıl bile değil önümüzdeki 2 Kasımda başkanlık seçimleri yapılacaktır. Bu yalnız Başkan Bush için değil, tüm ABD ve dolayısı ile bütün dünyayı ilgilendiren bir konudur. ABD kamuoyu başkandan giderek uzaklaşmaktadır. Demokratlar sağlam bir aday çıkarabilecek olsalar Bush yönetimi şimdiden panikleyecektir. Irak'ta her gün birkaç Amerikan askeri ölmektedir. Bir kısmı suni yaralanmalar, diğer bir kısmı da düpe düz askerden kaçmak suretiyle kaybolmaktadırlar!.. Başkan şimdiye kadar askerlerinin naaşı önünde beklenen bir saygı duruşundan bile çekinmektedir. Bunu geçenlerde tamamen ters istikamette bir jest yaparak kamuoyunda beliren hoşnutsuzluğu telafi etmek istedi. Bu yıl Amerikalıların ünlü "Şükran Günü" bizim Ramazan Bayramı ile kesişti. Bush bir gece ansızın Bağdat'a giderek karargahta toplanan askerleri ile Şükran Günü karavanasını paylaştı. Herşey gizliden gizliye usta bir mizansen içinde hazırlanmıştı. Başkan Bush'un geleceğini bilenlerin sayısı bir elin parmaklarından azdı. Yabancı TV'lerden bizzat izledim. Askerler geniş bir salonda toplanmışlar. Komutan Başkan'ın Şükran Günü mesajını okuyacağını söyleyerek elinde bir kâğıtla mikrofonun başına geçti. Askerlere hitaben "Başkanın mesajını okuyacağım.. Aranızda benden daha kıdemli birisi varsa gelsin o okusun! dedi. Tam bu esnada kapı açıldı. Başkan George W. Bush salona girdi. Alkışlarla geçen bir şaşkınlık anından sonra Başkan konuşmasına başladı!.. Başkanın Bağdat'ta ikameti iki saatten biraz daha fazla sürdü. Irak'ta durum yine eskisine döndü. Şimdilerde hâlâ Irak'ta kurulabilecek demokratik bir yönetim için muhtemel bir model aranıyor. Ortada sedece iki model var: Biri İran, ikincisi Türkiye modeli.... İran modeli pek çok bakımlardan kabul edilemez durumdadır. Türkiye modeli için ise Anayasamızdaki "Laiklik" kavramının uygulamalar ile uyumunu sağlayabilmekten geçiyor. Bu da herkesten önce iktidardaki hükümetin işidir!..