Şimdilerde sırası mı idi? Pek bilemiyorum.. Suudi Arabistan Kralı Majestelerinin cumhuriyet tarihimizde bir örneği görülmemiş bir debdebe ve ihtişam içerisinde ülkemize bir "Devlet Ziyareti"nde bulunmakta oldukları bir sırada, benim bu ziyaret hakkında yazmak yerine tam yaz ortasında kalkıp yaz yağmurlarından söz açmamı mazur görmenizi rica ederim. Allah izin verirse onu gelecek hafta için saklıyorum. "Devlet ziyaretleri" aslında bir devletin bir başka devlete bütün heyeti, heybeti ve haşmeti ile gece yatısına misafir gitmesi anlamını taşır. Bizde Hariciye Protokol şefi aynı zamanda Devlet Protokolü şefidir. Nitekim kendisi bu sıfatla ve Büyükelçi unvanı ile Majestelerinin uçağına girmiş ve kendilerini karşılamaya gelen devlet ricalini Majestelerine teker teker takdim etmiştir... Cumhurbaşkanımız Majesteleri şerefine mükellef bir ziyafet vermiş, karşılıklı resmi görüşmeler yapılarak mutad belgeler ilgililer tarafından imzalanmıştır. Bundan sonraki İstanbul safhası artık özel kısma ayrılmış, bunda da karşılıklı iş adamlarının bir araya gelmeleri sağlanmıştır. Kral hazretlerini henüz veliahd iken 1970'li yıllarda İstanbul'da toplanan İKÖ toplantısında görmek ve tanışmak şerefini kazanmıştım. O tarihlerde konferansın biri siyasi, öbürü ekonomik olmak üzere iki ortak komisyonundan bu sonuncusuna ev sahibi Türkiye adına bendeniz başkanlık ediyordum. O günlerin tatlı anılarını titizlikle saklarım... *** Yaz sıcakları bunaltıcı ölçülere vardığı zamanlarda yaz yağmurları, sağanak halini almadıkça aranılan, makbul bir olaydır. Ama gelin görün ki İsrail iki haftadan fazladır zavallı Lübnan'a ve sivil halka karşı sebepsiz denecek kadar püften bir bahane ile insafsız, ölçüsüz eski katliam manzaralarını bile geride bırakacak bir vahşetle giriştiği askerî harekâta "Yaz yağmuru" adını takmıştır!.. Yağmur sağanak halinde hâlâ devam etmektedir. Olayları, olanları, herkes, hepimiz TV'lerden izliyoruz. Bu vahşet ölçülerine varan İsrail harekâtının nedenlerini arayıp bulmak da çok zordur. Zira yapılan her türlü insaf ölçülerinin dışındadır. Lübnan'ın güneyinde yerleşmiş görünen Hizbullah bir yolunu bulup İsrail topraklarına dalıp bir onbaşı ile iki askeri rehine alarak kaçmıştır. Bu Orta Doğu'nun şimdiki halinde olağan bir vakadan, eski tabirle "Avhali Adiye"den öteye gitmez... İki taraf da zaman zaman bunları yapıyordu, binlerce sivil insanın kitle halinde savaş silahları ile öldürülmesi için mutlaka başka sebepler aramak gerekecektir. İsrail Hükümeti ABD'nin yeni Orta Doğu tasarısının inşasında "İşte ben varım!" demek mi istiyor? Sanmam, zira en başta ABD bunu bilmeyen kalmadı. İsrail'in başında eski General Şaron olsa idi böyle yapar mı idi? Onu da sanmıyorum! Şimdiki hükümetin başında Olmert vardır. Savunma Bakanı gibi o da sivil kökenlidir. Acaba diyorum bir asker-sivil kompleksi ile şimdiki İsrail Hükümeti "önceki hükümet Gazze'yi paşa paşa verdi çekildi. Biz ise böyle yaparız! Gazze'ye yeniden gireriz!" mi demek istiyor? Belki... Kim bilir belki dünyadaki Yahudi topluluklarına bir kabadayılık mesajı mı vermek istiyor? Bunu hiç sanmam!.. Zira dünyadaki tüm Yahudiler bu vahşete karşı bir durum ve tutum içinde görünüyorlar... Üstelik böyle bir davranışın Hitler dönemine çağrışımlar yaparak bir Anti-Semitizm dalgası uyandırabileceğinden endişe ederler!.. Her hal ve kârda, sebebi ne olursa olsun bu kıtalin durması ve durdurulması yalnız Orta Doğu için değil, bütün dünya için öncelikler önceliğini taşımaktadır. Bu hem Orta Doğu'nun hem ABD'nin hem AB'nin ve hem de betahsis İsrail çıkarına olacaktır. AB'nin bir araya girme, kınama, şansı vardı ama bu sefer de AB içerisinde en güçlüsü olan Almanya'nın eski "Holocaust" kompleksi tuttu. Karışmak istemedi. Fransa ise geleneksel Lübnan koruyucusu geçinir... Kendi vatandaşlarını kurtarabilmekte bile çok zorlandı! Bu haftaki yazımızı hiç olmazsa bir Fransız deyimi ile bitirelim: "Yağmurdan sonra güneş açar!.." Biz de inşallah diyelim!..