Siz bu satırları okurken büyük ihtimalle, Topkapı Üniversitesinin ev sahipliğini yaptığı "Teknoloji, Kalkınma ve Sürdürülebilirlik" temalı uluslararası konferansın açılış konuşmasını yapmaktayım. MENA yani Orta Doğu ve Kuzey Afrika Ülkelerinden davet ettiğimiz onlarca akademisyen ile bölgenin sorunlarına çare arayacağız.
Doğrudan konuya gireyim: Ekonomi tarihi ile ilgilenen ve bu konuda makaleler ve kitaplar yazan biri olarak, bölgedeki yaklaşımların altında yatan felsefeyi ve sorunların arka planını anlamanın, sonuçların kendisi kadar önemli olduğunu kabul ediyorum.
Her şeyden önce, liberal piyasaların, yani serbest piyasaların, bir ön şart olarak liberal demokrasiye ihtiyaç duyduğu açık. Bunun nedeni, liberal demokrasi ve liberal piyasaların serbest iradeyi merkezine alması. Bununla kastettiğim şu: Biz, ekonomi dersi verenler "denge fiyatı ve miktarının, arz ve talebin kesiştiği noktada belirlendiğini" öğretiriz ancak bunun sayısız bireyin bağımsız serbest iradeleri tarafından oluşturulduğunu fazla vurgulamayız.
Bu neden önemli? Çünkü mal ve hizmetlerin fiyatlarına, emek fiyatını temsil eden ücretlere, toprak fiyatını temsil eden kira bedellerine ve sermaye fiyatını temsil eden faiz veya kâr payına sürekli müdahale edilmesi, bölgenin âdeta talihi olmuş.
Bir asırdan fazla bir süredir finansal piyasalara ve demokrasiye sahip olan Türkiye'de bile, özgür iradenin zorluklarla karşılaştığı ve serbest piyasalardan uzaklaştığı durumlar yaşanmış ve yaşanmaktadır. Bu durumun kaçınılmaz olup olmadığını veya zihniyet devrimi ile düzeltilebilir mi olduğunu tartışmak çözüm için gerekli gözüküyor. Ancak bunu yapmadan önce, hükûmetlerin merkez bankalarından düzenleyici otoritelere kadar neden her yere bu kadar fazla müdahale etme gereği duyduğunu, sorgulamamız gerekiyor.
Çünkü, sadece kâğıt üzerinde bağımsız gibi görünen kurumların çalışmayan modellerden başka bir şey oluşturması mümkün değildir. Doğal olarak, güçsüz kurumlar tarafından yapılan düzenlemeler, tavsiyeden öteye geçememektedir.
Bölge genelinde yaşanan istikrarsızlığın temel sebebi belki de şudur: Liberal bir anlayışla kurulan mekanizmalar, kurumlar ve piyasalar; gerçek manada liberal olmayan ülkelerde çalışmamaktadır. Sürekli müdahale, nispi fiyatlar dengesini bozar ve nihayetinde enflasyon, artan hayat pahalılığı, yüksek kredi maliyetleri, zorlanan işletmeler ve işsizlik gibi olgulara yol açar. Bu, gözlemlenebilecek en yaygın döngüdür.
Dünyanın her yerinde olduğu gibi, MENA bölgesindeki finansal kurumların gelişimi, bölgenin tarihi, politik ve ekonomik dinamikleri tarafından şekillenmiş gibi gözüküyor. Neredeyse hiç özel mülkiyet kavramının olmadığı bir dönemden sömürgeciliğe; bağımsızlık döneminden modernleşmeye; küreselleşmeden dijitalleşmeye ve fintech'lere kadar bu bölgede oldukça radikal değişiklikler ve tabii ki dirençler görülmüş. Devlet kapitalizmi ile özel girişim arasındaki çatışma hâlâ devam etmekte desem yanlış olmaz. Hâlâ kadınları ekonomiye entegre etme noktasında tereddütlerin olduğu, bilime mesafeli bir yaklaşımın bulunduğu, siyasetle hizalanarak hızlı bir şekilde zengin olma hevesinin yaygın olduğu bir coğrafyadan bahsediyorum.
Yetki ve zenginlik kazananların çoğunlukla liyakat yerine sadakat veya yaranma yoluyla bu pozisyonlara geldiklerini gözlemlediğimde, MENA bölgesinin üniversitelerin çoğunun diploma fabrikası olarak görüldüğü gerçeği ortaya çıkıyor. Bu kabul edilmesi zor ama gerçek bir durumdur.
Maalesef MENA, sonsuz çatışmaların, çözümsüz sorunların ve durmaksızın akan kanın yeridir. Amin Maalouf'un belirttiği gibi: “Batı, Doğu'nun limanlarındaki ışıkları birer birer söndürdü ve böylece dünya medeniyetten uzaklaştı.”
Umarım bu İstanbul'da düzenlenen konferans, bu güzel limanların birer birer ışıklarını yeniden yakacak sonuçlar doğurur.