Aklıma geldikçe hâlâ gülerim

A -
A +

Abdi bana “Hadi, kaçalım” dedi ama nereye kaçarsın. Hiçbir yer görünmüyordu...

 

 

 

Hatırama bugün de devam ediyorum...

 

Köpeğimiz gece yarısı karanlıkta belki tavşana, belki tilkiye havlıyordu. Fakat biz hep domuza havladığını düşünüyorduk. Çünkü aklımızda ve fikrimizde hep onun domuz olabilmesi ihtimali vardı.

 

Bazen de bir ses duyduğumuz oluyordu ama bu seslere bir anlam veremiyorduk. Sonradan öğrendik ki çam ağaçlarından düşen kozalakmış. Sanırım ben yedi sekiz yaşlarında olmalıydım. Ben kolay kolay korkmam ama Abdi'de bir panik başladı.

 

Bana “Hadi, kaçalım” dedi, ama nereye kaçarsın. Hiçbir yer görünmüyordu. Bir başka anlatımla, yabani hayvanlar tarafından çember içine alınmış gibi hissediyorduk. Tam bu sırada büyük bir gürültü koptu. Tüfeği gürültünün geldiği tarafa ateşledik. Köpek de o tarafa doğru havlayarak koşmaya başladık.

 

Abdi “Tek kurtuluş çam ağacına tırmanmak” dedi. Hızlı bir şekilde çam ağacına tırmandık. İlk yakaladığımız dala sıkıca sarıldık. Aklımız sıra geceyi orada uyuyarak geçirmekti. Bırakın uyumayı, Abdi’nin verdiği korkuyla tir tir titremeye başladık. Dalın yerden yüksekliği epey vardı ama Abdi bana “Ayaklarımızı aşağıya uzatmayalım. Bakarsın domuz sıçrar ve bizi aşağıya çeker” dedi. Kısacası sabaha kadar çam dalının üstünde bir tavuk gibi tünedik. Biz domuz mu beklemeye geldik, domuzlar mı bizi bekledi, aklıma gelince hâlâ gülesim gelir... 

 

Yaz aylarında bu tarlalardan biçtiğimiz buğday saplarını oradaki harmanlarda sürüp savururduk. Bu sürme işini yalnız gündüzleri değil, çiy, yani rutubet olmadığı zamanlarda geceleri de yapardık. Başka türlü harman işlerimizi kıştan evvel bitiremezdik.

 

Kavzan Dağı oldukça mahrumiyet bölgesiydi denilebilir. Her şeyden önce, akarsu yoktu. Bir kuyudan iple çektiğimiz suyu içerdik. Fakat güz mevsiminde kuyuda temiz su yerine; kırmızı çamurla karışık, samanların, ölü böceklerin bol olduğu bir sıvıyı süzerek su niyetine içmek zorundaydık.

 

Yemekleri de aynı suyla yapardık. Doğru dürüst bırakın eti ne meyve vardı ne sebze. Bu yokluklar içinde orada bir ay kadar, bütün gün güneşin altında, düvenin üstünde, harman sürerdik. Başımıza geçirecek bir başlığımız bile yoktu. Bundan dolayı bütün gün, güneşin altında harman sürmekten başımıza ağrılar girerdi. DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.