Anadolu’yu tanımak...

A -
A +

Anadolu’yu tanımak ve anlatmak çok güzel... Size bu ülkenin yetiştirdiği en değerli ziraat mühendislerinden, Türkiye’de bitki sosyolojisi alanının kurucusu Prof. Dr. Hikmet Birand’ın Anadolu Manzaraları adlı eserinden bir minik bölüm gönderiyorum:

 “İki sene önce temmuz ve ağustos aylarını Adana'da geçirdim. Güneşe verdiğim sözü tamamı tamamına ancak orada yerine getirebildim. Çukurova'da her sabah güneş yerin ardından, yerin içinden çıkan kızıl ateşten bir sini gibi kıvılcımlar saçarak doğarken, onun ilk ışınları her akşam doğu yanını özenle sımsıkı örttüğüm çadırımda mutlaka gene bir delik, bir açık keşfeder ve içeri girdikten sonra da eyyam-ı bahura rastlayan bu haftalarda sabaha karşı çöken hafif bir serinlikle beraber yeni daldığımız uyku sırasında, daha önce gerçekten çalınmış ve duymamış olduğumuz kalk borusunu çalarlar.

Çok geçmez; sıcak dalga dalga gelmeye, perde perde yükselmeye başlar. Çadırın içi daha kuşluk olmadan cehenneme döner. Eğer havada boz beyaz bulutlar da varsa ki olmadığı gün yok gibidir, sıcak büsbütün boğucu bir hâl alır. Biraz serinlemek için kendini Seyhan'a atan hayvanları, baygın düşen, kurumuş ağızlarını açarak soluyan veya süzülerek ayaklarını ve karınlarını suda ıslatarak yükselen kuşları, atik ve ürkek kertenkelelerin kımıldamadan yanlarına yaklaştırmalarını, mecalsiz, hareketsiz tereddütlerini gördükçe büsbütün umutsuzluğa düşerdim. Nihayet güneş beni de çarptı. Hastalandım...

Ağustosun sonuncu günü tedavi edilmek için Ankara'ya gönderildim. Konya üzerinden gitmek ve geçerken aşinası olduğum yerleri görmek istiyordum. Trenimiz ikindi üzeri Adana'dan kalktı. Çok ağır giden bir trendi. Çukurova’dan uzaklaştıkça, hırıldaya hırıldaya Toroslar'a tırmandıkça hem manzara hem de hava değişik ve ferahlatıcı bir hâl alıyordu. Torosların dimdik kaya duvarlarına tutunan, sarp yalçın kayalarla zorlu bir ölüm dirim boğuşmasından sonra onların bağrına köklerini saplayan çamları gördükçe burada yaşamak kudret ve sevincinin Çukurova’dakinden daha kuvvetli olduğunu düşünüyor ve değer, diyordum. Fakat birden çöken karanlık bu iç açıcı manzaranın sefasını sürmeye mâni oldu...

Alışkanlıktan gene çok erken uyandım. Karaman Ovası'nda stepte gidiyorduk. Ay batmak, güneş doğmak üzere idi. Açık mavi gökte sabahçı birkaç yıldızın bile hâlâ feri geçmemişti, ışıldıyorlardı. Çok sürmedi. Güneş gümüş kamçılarını sallamaya, ovada canlı ne varsa, hepsini uyandırmaya başladı...”

     Ö. Reşat Tuncel

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.