Köy ilkokulunu bitirdikten sonra 13 yaşındayken İstanbul’a geldim. Bir bastonla yol arayan âmâ gibi askere gidene kadar İstanbul sokaklarında dolaştım. Askerlikten sonra gene İstanbul’a döndüm ama dalgalara kapılmış sandal gibi yalpalayıp duruyordum. Tam bu dönemde Almanya rüzgârı esmeye başladı. Almanya’ya ilk giden işçilerden bir olarak 1959’un aralık ayında, İstanbul Sirkeci’de bindiğim tren beni götürüp Almanya’nın Frankfurt şehrine bıraktı.
Almanya’ya giderken yanıma küçük bir Türkçe-Almanca sözlük, bir de Türkçe yazılmış Almanca öğreten kitabı almıştım. Almanca ekmek-su demesini bile bilmiyordum. Konuşulanları duyuyordum ama hiçbir şey anlamıyordum. Yani kalabalık arasında sağır ve dilsiz biriydim. Bakkala gittiğimde alacaklarımı yanımdaki küçük sözlüğe bakarak bir kâğıda yazıp bakkala veriyordum.
Baktım olacak gibi değil, Almancayı öğrenmeye karar verdim. Yanımda götürdüğüm Almanca ders kitabından Almancayı öğrenmeye çalıştım. Türkçe yazılmış olan kitapta şöyle bir cümle vardı: “Almancada fiille zamir yer değiştirirse cümle soru şekline dönüşür” diyordu. Ben fiil ve zamirin ne olduğunu bilmediğim için dersi de anlayamıyordum. İstanbul’dan ortaokul Türkçe ders kitabı istedim. Önce Türkçe, sonra da Almanca öğrenmeye çalıştım. Meramımı anlatacak kadar Almancayı da öğrenmiştim...
Şimdi asıl anlatmak istediğim konuya gelelim. Çalıştığım fabrikada personel işlerine bakan Albrecht Maass “Yabancılar Kulübü’ne” üyeymiş. Beni de kulübe üye kaydettirdi. Bir gün Bay Maass yanıma gelerek “Kulüpten telefon ettiler. Pazar günü grup hâlinde kır gezisine gideceklermiş. Ben katılıyorum, sen de gelmek ister misin?” dedi. Ben de elbet katılırım dedim.
Çıktığımız dağın tepesinde grupla gezerken ben yalnız kalmıştım. Bay Maass benimle ilgilenmeye başladı. Özellikle de Türkiye’den bahsediyordu. Bir defasında “Bay Yavuztürk, Türkiye’de bir Kayseri şehri var. Güzel bir şehir ama onu güzel yapan yanındaki başı dumanlı Erciyes Dağı’dır” dedi.
Ben kafamı sallayıp evet dedim ama ne Kayseri’yi ne de Erciyes Dağı’nı biliyordum!.. Bu durum onurumu çok incitti ve kendimden utanmaya başladım. Gezi süresince hep bunu düşündüm. Eve geldiğimde yatağın üstüne kapanarak hüngür hüngür ağlayıp biraz ferahladım. DEVAMI YARIN