“Sizde hiç mi merhamet yok. Ben koca istemiyorum, beni çocuklarımdan ayırmayın!..”
Zeynep halamın çile dolu hatırasına devam ediyorum...
Bekir iki akrabasıyla atlarına binip Göksu’ya Zeynep’in yanına giderler. Bir gece orada kalırlar. Dünürü Ali Efendi’ye, “kardeşim oğlun öldü, çocukları da biraz büyüdüler. Çocuklarını al kızımızı ver, evimize götüreceğiz” der.
Zeynep bu haberi duyunca, âdeta çılgına döner. Feryad u figan eder. Ben katiyen çocuklarımı bırakıp gidemem. Kaynanası eltileri kayınbabası gelip Zeynep’i biraz teskin ederler.
“Kızım, baban kararını vermiş seni götürecek. Bizim de yapacağımız bir şey yok. Ona güç yettiremeyiz. Sen git, çocukları merak etme, biz onlara iyi bakarız.
Zeynep: “Yahu sizlerde hiç mi merhamet yok. Ben koca filan istemiyorum, beni çocuklarımdan ayırmayın. Ben kapınızın kulu köpeği olurum. Bir parça yavan ekmeğe razıyım. Yeter ki bu körpe yetim kuzularımdan beni ayırmayın” diye yalvarır. Ama Zeynep’in gözyaşına ne bakan vardır ne de feryad u figanına kulak veren...
Zeynep “batsın töre, bu âdet” der ağlar... Zeynep o gece kızı Gülizar’ı bir kucağına; bir buçuk yaşındaki oğlu Hayrettin'i de diğer kucağına alır. Ninniler söyler, gözyaşı döker ve sabaha kadar uyumaz. Çocukları da gece yarısı geçtikten sonra uyutur ki yarın arkamda ağlama sesleri kulağıma gelmesin” diye.
Sabah erken saatinde atlar hazırlanır Zeynep’i gözyaşları arasında ata bindirirler. Herkes: “Zeynep sen çocukları merak etme. Onlar Mehmet Emin’in emanetidir gözümüz gibi bakarız” derler ama hiçbir söz, hiçbir kelime Zeynep’in yaralı yüreğine merhem olmaz. O yaralı bir ceylan gibi yavrularını bırakıp âdeta avcı tarafından avlanmış gibi ciğerden meleyerek köyü terk eder...
Köyün evleri görünene kadar, Zeynep atın üzerinde hep çocuklarını bıraktığı eve doğru bakar. Âdeta boynu kopar ama nafile...
Zeynep gelir, babasıgile yerleşir. Günler haftalar geçer. Herkes sakinleşir bu duruma alışır. Ama Zeynep âdeta içi bulgur kazanı gibi fokurdayıp durur. Sabah namazına kalkınca yönünü çocuklarını köyüne doğru çevirir, o taraftan gelen rüzgârı meltemi koklar. Belki bu rüzgâr yavrularımın kokusunu getirir. O tarafta gelen havayı ciğerinin en derinine çeker. Onunla teselli olmaya çalışır. O yöreden gelen atlı yayaların yolunu keser çocuklarının durumunu sorar...
Bu hatıraya yine devam edeceğiz...
Orhan Yavuz Ejder/Akhisar-Manisa
Ünal Bolat'ın önceki yazıları...