Değirmenci Hasan ve kızı

A -
A +

“Çocukluğum değirmene binek sırtında buğday öğütmeye gidip gelmekle geçmişti”

 

 

 

 

 

Bütün bölgenin ihtiyacını karşılayan su ile çalışan, buğday, mısır öğüten tek değirmen idi Hasan'ın değirmeni. Hasan'ın değirmenine kaç kere gidip geldiğimin sayısını bile bilmiyorum.

 

Hasan, gözleri yuvalarından dışarıya çıkmış, iri gözlü iri cüsseli dev gibi bir adamdı. Değirmene ne zaman gitsem ondan hep korkmuş ve ürkmüşümdür. Sırf ben değil benim yaşımdaki hatta benden daha büyük yaştaki insanlar Hasan'ın bu heybetli hâlinden korktuklarını söylüyorlardı.

 

O zamanlar her şey insan ve makine gücüyle. Makine hiç kimsede yok. Bir çift öküzün varsa zenginsin. Ekinleri yani buğday ve arpaları biçmek, harman etmek ve saplarından ayırmak için günlerce haftalarca uğraşıyor çalışıyorduk. Öküzler ile düven dediğimiz aletle buğday sapları üzerinde saatlerce dönüyorduk. Akşama eve girdiğimizde yorgunluktan kımıldayacak hâlimiz kalmıyordu...

 

O yaz harmandan daha yeni kalkmıştık. Buğdayları daha öğütmemiş yani un hâline getirmek için değirmene gitmemiştik. Babam bir gün:

 

-Oğlum artık büyüdün. Yakında askere gideceksin. Bu sene değirmene buğdayları öğütmeye sen götür. Bizler artık yaşlandık yorgunuz, dedi.

 

Hayır diyemezdim. Değirmenciden korkuyorum da diyemezdim. Neticede gideceğim yer yayan birkaç saatlik ötedeki komşu köy idi. İşin en zor yanı değirmende çok sıra var ise mecburen sıramızı bekleyecek olmamız ve o köyde birkaç gün kalacak olmamızdı...

 

Değirmene vardığımda değirmen oldukça kalabalıktı. Çuvalları indirirken karşıma o koca iri değirmenci çıkacak derken dünya güzeli bir kız çıkıverdi. Ne diyeceğimi şaşırdım. Kız benim şaşkınlığımı anlamış olmalı ki kendini tanıttı:

 

-Buyurun buğday mı getirmiştiniz, ben Hasan’ın kızı Hacer.

 

-Şey evet ama işleriniz yoğun mu Hasan Abi yok mu?

 

Kız alnındaki teri silip başörtüsünü düzeltti:

 

-Babam hasta şehre gitti. Ne zaman döneceği belli değil. Ben de zorlanıyorum hatta bir yardımcı olsa daha iyi olur.

 

Güzelliği aklımı başımdan almıştı:

 

-İstersen ben sana yardım ederim. Nasıl olsa burada sıra bekleyeceğim.

 

Kız gülümsedi memnuniyetle kabul etti... Sonrasını biliyorsun... Kırk sekiz yıldır bir yastığa baş koyuyoruz. Dört çocuk, on torun var... Kayınbabam da öyle korkulacak birisi değilmiş. Karıncayı dahi incitmekten çekinen yufka yürekli, sulu göz biriydi rahmetli. Hatta beni kızıyla o evlendirdi, düğünümüzü o yaptı. Mekânı cennet olsun.

 

Şahin Ertürk- Kütahya

 

 

 

 

 

Ünal Bolat'ın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.