“Babam Hacı İbrahim Ejder bataryalı radyoyu açar akşam on dokuz ajansını dinlerlerdi.”
Küçüklüğümde yaşadığım köyde elektrik telefon otomobil motorlu araçlar yoktu. Bir ilkokul yetmiş talebe; ellisi erkek yirmisi kızlardan oluşurdu. Okulda iki öğretmen vardı bir öğretmen 1. ve 2. sınıfları aynı sınıfta sabahtan öğleye kadar okuturdu. Diğer öğretmen 3. 4. ve 5. sınıfları aynı sınıfta öğleden sonra okuturdu.
Sınıfın ortasında kocaman bir teneke soba tezekle doldurulur gümbür gümbür yanardı. Dışarıda metrelerce kar, köyle şehir irtibatı hemen hemen dört ay hiç olmazdı. Çünkü yollar karla kapalı. Köyde üç evde radyo vardı. O da pilsiz anot katot dedikleri bataryayla çalışırdı. Uzun kış gecelerinde insanlar bu köyde bulunan biraz da genişçe üç odaya gidip oturup sohbet ederlerdi. Bu odalardan birisi de bizim odamızdı. Bizim odada da radyo vardı. Diğerlerinde 14 numara gaz lambası yanardı. Bizim odada "löküz" denilen ve bu 14 numara lambanın neredeyse on katından fazla ışık yayan aydınlatma aracı vardı. Onun için insanlar akşamları bizim köy odasını tercih ederlerdi. Oda, kapının eşiğine kadar dolardı.
Lakin bu odalarda oturmanın kalkmanın bir adabı usulü vardı. Bilgili âlim olanlar genç bile olsalar en üst tarafta minderlerin üstünde otururlardı. Yaşlılar, sofi ve dervişler onların yanında; diğerleri de yaş sırasına göre otururlardı.
Gençler içeri girince büyüklere selam vermezlerdi. Odanın boş olan bir yerine dizüstü otururdu. O cemaate (yani odada bulunanlar arasında) en yaşlı insan o gence “evladım hoş geldin, rahat otur” demeden o genç oturuş istifini bozmazdı.
Yaşlılar söz hakkı vermeden kimse lafa karışmazdı. Babam Hacı İbrahim Ejder radyoyu açar akşam on dokuz ajansını dinlerlerdi. Haberlere eskiden ajans derlerdi. Haberlerden hemen sonra da radyo kapanır, köylü sohbete başlardı.
Köyün imamı Cebrail Hoca, ilmihal fıkıh bilgileri anlatır, sorulan sorulara cevap veridi. Hoca gençlere, “bakın gençler fıkıhta ayıp olmaz, mahrem konuları bile sual edebilirsiniz bundan utanmayın çekinmeyin” derdi. Usulü dairesinde gusül, hayız, nifas konuları dahi anlatılırdı.
Bu sohbetlerden sonra babam Siret-i Nebi’den bir bölüm okurdu. Salevat-ı şerif okunur çaylar içilir herkes evine giderdi. DEVAMI YARIN
Ünal Bolat'ın önceki yazıları...