Otuz yıla yakın, çeşitli vilayetlerimizde değişik okullarda öğretmenlik yaptım. Yıllar içinde mesleğimizin hem fikren hem kariyer bakımından eriyip bitirilmekte olduğunun acısını yüreğimde hissediyorum. Öğretmenlik meslek olarak her geçen gün değerinden kaybeder hale gelmiştir. Kimsenin pek önemsemediği, tek başına maaşla geçinmekten aciz sıradan memur durumundadır. Hep ikinci üçüncü ek iş peşinde koşar. Öyle olunca da ne öğretmenliğini layıkıyla yapar, ne de öğrenci gözünde değeri olur. Aslında yaşadığımız tüm hoyratlıkların temelinde öğretmen emeği verilmemiş nesiller vardır. Bugünün büyüklerini dünün öğretmenleri yetiştirmiştir. Dün, öğretmen layık olduğu konumda olsaydı bugünün nesli arzu edilen ahlak üzere olmaz mıydı? Emekli olmama rağmen geçim sebebiyle, anlaşmalı olarak özel kurumlarda öğretmenliğe devam ediyordum. Bir kolejde görev yaptığım yıllardı. Tecrübeliyim diyerek neredeyse tüm son sınıfların Türk Dili ve Edebiyat dersleri bana verilmişti. Ben de görevden memnundum. Ne de olsa gençliğe adım atmış öğrencilerle yılların birikimini paylaşma fırsatı bulacaktım. Fakat ilk günden hayal kırıklığı yaşadım. Çoğunluğu, gençliğin verdiği serbestliğin ötesinde bir şımarıklık içindeydi. Bunca yıldan sonra öğrencinin geldiği bu seviyeden ilk defa ürktüm. Ama hemen pes etmemek lazımdı. Bu öğrencilere hem kendimi hem de Türk Dili ve Edebiyatı dersi vesilesiyle milli kültürümüzü, milli sanat ve estetiğimizi, dilimizin zenginliğini vb. öğretmeye çalışacaktım. İçlerinde her şeye rağmen dört dörtlük öğrenciler de vardı. Ancak sayıları üçü beşi geçmiyordu. Her geçen gün, aleyhime işliyor gibiydi. Bu çocukların diğer derslerde ortak dili İngilizce idi. Dolayısıyla ana dilleri de olsa Türkçe ile kimse gerektiği kadar ilgilenmiyordu. Belki bu sebeple olsa gerek bizi biz yapan değerlerimiz gencecik çocuklarımızın gözünde önemsizleşmiş, hatta alay konusu olmaya başlamıştı. Ne kadar kahrolduğumu kelimelerle anlatamam. Okulda nöbetçi olduğum bir gün hava güzel olduğu için öğle yemeği sırasında öğrenciler kantinde ve bahçede bulunuyorlardı. Bir ara kontrol sorumluluğumda olan koridordan tuhaf sesler duydum. "Nedir bu ses?" diye baktığımda gözlerime inanamadım. Lise son sınıfta iki öğrenci alt alta üst üste koridorda âdeta boğuşuyordu. Şaşkınlığım bu boğuşma hareketine değildi. Öğrencilerden birinin kız diğerinin erkek olmasıydı. Doğrusu şimdiye kadar böyle bir şey görmediğim için iki genç öğrenciye ne diyeceğimi bilemedim. Gayet pişkin olan bu gençler, lütfen boğuşmaya ara verip ayağa kalktılar. Yine güle oynaya itişe kakışa, beni de hiç umursamadan bahçeye doğru çekip gittiler. Hemen o günlerde yapılan öğretmenler toplantısında söz alarak dedim ki: "Kız ve erkek öğrenciler arasında arkadaşlığın mesafesi kalmamış durumda. Öğrencilere her arkadaş, kendi dersinde bu konuda gerekli tembihlerde bulunursa, bu mesafenin yeniden tesis edileceğini tahmin ediyorum." Öğretmenlerin bana doğru "Bu geri kafalı adam da nereden çıktı?" der gibi yüzüme bakışlarını hâlâ unutamam. Okulda otoriter olduğu söylenilen okul müdiresi hanım ise beni duymamış gibi ilgisiz kalmıştı. Hayal kırıklığımı anlatamam. Öğretmenlerinin bu şaşkınlığı karşısında bizim milli kültür davasında yarışı çoktan kaybettiğimizi anlamıştım. Tabii ya, okulun koridorlarında asılan veciz sözlerin tamamı yabancı düşünce adamlarının, felsefecilerinin vb. sözleriydi. Bizim tarihimizde yer almış fikir ve düşünce adamlarının sözleri yoktu. Yine bir gün bir derste Şinasi'nin "Şair Evlenmesi" adlı piyesini işlerken, evlenme yanlışlıklarının topluma getirdiği sıkıntılar üzerinde durmak istemiştim. Evliliğin, aile bağlarını kuvvetlendirdiğini anlatmaktaydım ki hiç ummadığım bir kız öğrenci söz istedi: -Size katılmıyorum hocam! -Niçin dedim. Demez olaydım. (Devamı yarın) Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00